ULUSLAŞMA ÜZERİNE
İlk buzul çağı MÖ 15 bin yıl önce bitmiş ve iklim giderek ısınmıştır. Isınmaya bağlı iklim değişikliği yeryüzünde bitki ve hayvan varlığında değişikliklere yol açmış, bu değişiklik ise bazı yörelerde yaşam döngüsünü olumsuz etkilemiştir. Olumsuz etkilenen alanların başında ise bugünkü Sahra Çölü, Orta Asya ve Avustralya’nın büyük bir bölümü gelmekteydi. Sahra Çölü ve Orta Asya’da değişen olumsuz iklimsel faktörler buralardaki insan popülasyonlarının bulundukları coğrafyalardan dışarı çıkmasına neden olmuştur. Bugünkü demografik yapı tarihimizin mihenk taşı tam da burada başlar.
Orta Asya insan popülasyonu dışarı çıkması hemen hemen her yöne doğru olsa da ana göç yolu daha çok batıya doğru olduğu bilinmektedir. Bu göç dalgaları bazı zamanlar seyrek, bazı zamanlar yoğun olsa da tam 16 bin yıl boyunca süreklilik arz etmiştir. Konumuz Anadolu olduğuna göre tam 16 bin yıl boyunca devam eden Orta Asya insan göçlerinden Anadolu’nun etkileşme boyutları nedir?
Genel tarihi bilgilerimize göre Anadolu’nun bilinen ilk toplumları Hititler, Frigler, Lidyalılar, Karyalılar, Bitinyalılar, Urartulardır. Bu toplumlar avcı-toplayıcı insan klanlarından yerleşik-çiftçi klanlarına evrilmişlerdir. Sonrasında ticaret, din ve politika yeteneklerini kullanarak kent kültürüne ulaşmışlardır. Bir çok kentin birleşerek devlet denen örgütü kurabilmiş insan gruplarıdır. Bugünkü arkeolojik ve filolojik bilimsel verilerle bu toplumların ölü dilleri çözülebilmiş ve okunabilmektedir. Keşfedilen bu ölü dillerin Türkçe ile irtibat ve iltisakı tespit edilmemiştir.
Ancak bu toplumlardan 5-6 asır önce sosyolojik evrimini tamamlayan Sümer toplumunun dili incelendiğinde Türkçe ile irtibat ve iltisakı tespit edilmiştir. Bu irtibat ve iltisak Sümerler hakkında “evet onlar Türk’tü” dememize yeterli objeler vermemektedir. İnanç sistemleri, toplumsal örgütlenmeleri, yemek kültürleri, halk kültürleri de göz önünde bulundurursak kadim Türk Kültüründen çok farklı bir toplum olduğu açıkça görülmektedir.
Dünya tarihinde sadece insan gruplarını kapsamayan genel bütün türleri kapsayan değişmez göç sonuçları vardır. Göçler sonunda karşımıza değişmez 3 doktrin çıkar;
1- Yeni gelenler eskileri baskı altına alır ve asimile eder.
2- Eskiler yeni gelenleri baskı altına alır ve asimile eder.
3- Yeniler ile eskiler yenişemez ve birbirine entegre olur.
Bu zaman, mekân ve tür fark etmeksizin değişmez üç kuraldır.
Henüz 2 gün önce bir genetik rapor sonucu açıklandı. İddiaya göre 10 yıllık bir çalışmaymış. Araştırdım evet doğru. 10 yıl önce bir çok bilim adamından oluşan bir konsorsiyum çalışması… Finansörü kim diye araştırdım… Öyle Rockefeller familyası veya İlluminati (doğru mu yazdım??) gibi sırlar dünyası gibi eller var mı, yok mu bilemiyorum. Saygın üniversitelerin saygın bilim insanlarından oluşan bir konsorsiyum olduğu vurgulanıyor. Neyse, netice itibarı ile Anadolu’da yaşayan bizlere en yakın genetik yapıların İtalya’nın Toskana bölgesi ile yakınlık içerisinde olduğu ortaya çıkmış. Hani amiyane tabirde, “şakkadak, ahan da akrabalarımız” diyecek kadar da oransal bir yükseklik yok ama yakınlık ölçütleri de yabana atılmaması lazım diyorlar. Zaten oldum olası İtalya’yı ve İtalyan halkını sevmişimdir. Hamura ve ete olan sevdamız, çekirdek aile yapılarımız, sürüsel kavga veya eğlence tarzlarımız, gevezeliğimiz… O kadar benziyoruz ki birbirimize.
2004 yılında Hürriyet gazetesi daha Ahmet Hakan bulunmamışken, hafta sonu ekinde sanırım Ayhan Sicimoğlu imzalı bir hatıra makalesi okumuştum. Burdur’un Gölhisar ilçesinin hemen kuzeybatısında bulunan Kibyra antik kentinde 19. yüzyıl başlarında bir grup İngiliz arkeolog kazı yapar. Yapılan kazılar neticesinde dolmenler bulurlar. Yani taş mezar lahitler. Bir iki lahitten kaval kemik örnekleri alırlar. Meraklı bir arkeolog kaldığı çadırdan bir gece çıkar ve Gölhisar mezarlığına iner. Rastgele bir mezarı kazar ve bulduğu cesedin kaval kemiğini araklar. Sonra ekip Londra’ya döner. Bunları etnografya müzesinin arşivine künye bilgileri ile verirler. Gelişen genetik bilimi neticesinde 1970’lerde bu kemikler DNA araştırmasına tabi tutulur. Sonuç mu?. Bizim Yörük Gölhisar’lı merhumun kemiğinden alınan örnekten DNA haritası çıkartılır. Dolmenlerden de DNA haritası elde edilir… Bizim Gölhisar’lı Yörük Kibyra’lıların torunu çıkıyor. Yani akrabalar.
Bu örnekleme ile değişmez 3 kural göz önüne alırsak olayı senaryo edelim;
1- Kibyra’lılar gelen Türkmenlerin egemenliğini tanıdılar ve onların kültüründe asimile oldular…
2- Kibyra’lılar zaten Türk’tü… Bunda şaşılacak ne var?
3- Kibyra’lılar ile Türkmenler bir türlü yenişemedi… Kibyra’lılar ile Türkmenler birbirine entegre oldular. Dil Türkçe oldu ama sosyolojik davranış biçimleri Kibyra’lı oldu.
Kuvvetli ihtimal 1’nci senaryo mümkün… Az ihtimal ile 3’ncü senaryo da olası. Zira Batı Anadolu hatta İç Anadolu’nun batı havzasında da “panayır” denilen organizasyonlar vardır. Bu şenlikler kadim Batı Anadolu halklarının harman sonu eğlenceleri olduğunu biliyoruz ve bir şekilde günümüze kadar Türkçe konuşan ve kendimize Türk demekten övünen bizlerde de var. (Gerçekten de Türk olmaktan onur duyan biriyim… İroni değildir) Coğrafyamızın adı dahi o dönemlerden kalma sanki… Ana-Dolu.. Anadolu’nun kadim halkların ata değil, ana erkil toplumlar olduğunu biliyoruz. Bu sosyal yapının İyon göçleri ile bozulduğunu da biliyoruz. Bundan hareketle Anadolu kadim haklarının büyük tanrısı dişi tasvirli Kybele’dir. Ancak iyon işgali sadece siyasi değil kültürel de olmuş ve Zeus, Kybele’yi yenmiştir.
Zeybek kültürünün dahi köklerinin Lidyalılara değin gittiği söylenir. Zeybek kültürünün ülkemizde akademik olarak en fazla araştıran kişisi olan Prof.Dr. Abdürrahim Karademir’e göre Zeybeklerin Lidyalılar zamanında ticaret yollarını devlet adına koruyan ve kervanların güvenli şekilde seyretmesini sağlayan yarı askeri bir teşkilat olduğunu belirtir. Lidyalılar zamanında öyle bir teşkilatlanmışlar ki Lidyalılar sonrası bölgeye hâkim olan her siyasi otorite bu yapının sürekliliğini desteklemiş ve böylece günümüze kadar gelmiştir.
Sonuç olarak Orta Asya’dan Anadolu’ya tam 16 bin yıldan beri ardışık göçler olmuştur. Mesele göç edenlerin kendilerini ne olarak ifade ettikleridir. Uluslaşma süreçleri uzundur. Bir çok etnik, teolojik, filolojik, siyasi ve iktisadi enstrümanların bir gaye de buluşup müşterek bir ülkü olarak meydana çıkmasına biz insanoğlunun ulus kimliğine ermesi diyoruz.
Yıllardır hep derim..
“Tarihsel süreçte Viking ve Tatar evliliğinden doğan çocuğa Rus denir” diye..
Peki Tatar nedir?..
Tatar bugünkü anlamda; yine tarihsel süreçte Hazar Denizi kuzeyi ile Ural Dağlarının güneyi arasındaki elverişli arazi geçidini kullanarak Avrupa’ya doğru giden ve bugün Doğu Avrupa’da varlıklarını sürdürebilen Türk bakiyelerine verilen isimdir.
Prof.Dr. Arif Cengiz Erman “Türklerin Gerçek Tarihi” ve ” Tatar Kağanlığı” adlı kitaplarında buna hep vurgu yapar. Gerçi o Rusların temelinde Varyaglar ve Ugorların birbiri ile kaynaşması olarak yazar.
Varyaglar; Vikinglerin en güney koludur..
Ugorlar ise İlk Buzul Çağında bugünkü kuzey Rusya steplerine yerleşmiş ve Laponlar ile Samoyedlerin atası olarak kabul edilen Ural-Altay dil ailesinden konuşan bir halktır…
Bugünkü Rusça’nın Ural-Altay dil ailesinden geniş anlamda etkilenip kategori olarak mensubu olduğu Hint-Avrupa dil ailesinden farklı yapıda olması zaten bunu kuvvetlice destekliyor. Bu farklılık sadece Rusça’yı kapsamaz. Akdeniz’e sahili olan Slavlar dışında neredeyse tüm Slavlar için hemen hemen aynıdır. Cümle yapılarında özne-tümleç-yüklem sıralaması ile kelimelerin sonuna eklemelerin olmaması ile dil bilgisinin cinsiyetli olması gibi temel prensipler ele alındığında Slav dilleri Hint-Avrupa dil ailesinde kategorik olarak kendine yer bulur. Ancak fonetik olarak Ural-Altay dil ailesine doğru kayma gösterir. Bu istisna durum sayesinde Hint-Avrupa Dil ailesinde farklılık arz eder. Fonetik yapı da dil ailesi tasnifinde temel bir prensip olduğu unutulmamalıdır.
Destek enstrümanları sadece dil ve tarihi vesikalar değildir. Yaşayan halk kültürlerine bakın ve mukayese edin… Yöresel kılık-kıyafet, sosyolojik reaksiyonlar o kadar benziyor ki…
Anatomi ise başka dikkat çekici özellik. Ruslar sarışındır ama elmacık kemikleri dikkat çekecek kadar çıkıktır. Germen sarışınlığından daha farklıdır.
Toplumların oluşumunu özellikle Avrupa-Asya kesişim noktalarında sürekli etkileşim ile mümkün olduğunu unutmayın. Bu coğrafya tarih boyunca sosyalite açısından asla kapalı bir alan değil sürekli geçiş ve yurt edinme alanı olduğunu unutmayın…
Saygılarımla…
Oğuz GEREN – 02 OCAK 2022