TUTANKHAMON LANETİ VE BİLİM
İnsanoğlu tarih boyunca aklının ermediği her konuya mutlaka bir gizem yüklemiştir.
Mesela ilk insanlar gök gürültüsü, yıldırım, deprem, volkanik patlama, sel, hortum gibi doğa olayları hep mistik bir gücün kendilerine ceza vermesi olarak açıklamışlardır. Gerçi bu davranış biçimi bugünde süregelmektedir. Bu tamamı ile insanın bilgi donanımı ile doğrudan alakalıdır. 2022 Türkiye’sinde “hoca” “molla” “şeyh” sıfatlı bir takım kişilerin vaazları halen bu yönde maalesef. Ege bölgesindeki depremlerin bu yöredeki kadınların açık giyinmesine bağlayan insanlar hiçte azımsanmayacak ölçüde..
Neyse konumuza dönelim..
Yıl 1 Kasım 1922.. İngiliz Arkeolog Howard Carter kendisine sponsor olan İngiliz sosyetesinden tanınmış simalar olan George Herbert, Lord Carnarvon ve yanında bir düzineden fazla adamla efsanevi firavun Tutankhamun’un piramit içerisindeki mezar odasına ulaşırlar. Tam 5000’den fazla eser çıkarırlar ve kayıt altına alırlar. Birinci Dünya savaşından çıkmış ve ölüm haberlerinden yılmış dünya medyası bu arkeolojik keşfe büyük önem verir. Arkeolog Carter birden dünyanın en tanınmış siması olur.
Basının ilgisi keşif sonrası bu defa esrarengiz ölümlerle daha da artar. Önce sponsor Lord Carnarvon akciğer zatürresinden vefat eder. Bu ölüm keşfin 1,5 ay sonrasına tekamül eder. Ardından heyette bulunan ABD’li bir tarihçi humma hastalığından ölür. Diğer sponsor George Herbert’te benzer bir akciğer hastalığından ölür. Heyette bulunan Mısır’lı işçilerden de ölümler başlar. Ardından İngiliz vatandaşı olan Mısır’lı asil bir aileye mensup olan Nebil Bey de cinnet geçirerek intihar eder.
Ardışık ölümler akıllara Times London gazetesinin sahibi ve başyazarı olan Arthur Weigall’ın mumyanın keşfinden henüz 2 gün sonrası yayınlanan makalesini getirdi. Weigall, Carter’ın yıllar önce rakibi olan bir arkeologdur. Arkeoloji çalışmalarındaki makaleleri onu İngiliz basınında popüler yapınca arkeolojiyi bırakmış medya sektörüne girmiştir. Times gazetesine rakip olabilmek için London Times adlı gazeteyi çıkarmış. Eski rakibinin sansasyonel keşfini sabote etmek için midir bilinmez köşe yazısında mumya odasına girenlerin lanetlendiğini ve çok yakın zamanlarda ölebileceklerini yazdı. Ölüm haberleri geldikçe Weigell’in tirajları artmış ve Weigell’de popüler olmaya başlamıştır.
Carter 1939 yılında Büyük İskender’in mezarını ararken öldü. Ancak Tutankhamon’un mumya odasına giren heyetteki herkesin bir yıl içerisinde ölmesi tüm dünyada lanetin inanılmasına yol açtı. Edebiyattan tiyatroya, sinemadan dizilere kadar işlenen bir kült oldu..
Yıl 1960… Polonya’da eski bir Katedral’in restorasyonu sırasında 600 yıllık bir başpiskoposun mezar odası bulunur. Mezar odası araştırılır ve çıkanlar envantere kaydedilir. Ancak burada da enteresan ölümler başlar. Batıya kapalı Sovyet Paktı ülke olan Polonya’da hurafelerden arınmış bir anlayış kamuya hakim olduğundan olay araştırılır.
Varşova Üniversitesi Mikrobiyoloji Enstitüsü mezarda “Aspergillus” mantarına ait DNA kalıntıları buldular. Bu DNA’lar uygun ısıda bekletilince mantar üremesi başladı. Bu sefer ısı 36 santigrat yani vücut ısısında bekletildi. Sonuç şaşırtıcıydı; mantarın üremesi yüksek ısıdan daha da fazla şekilde oluşuyordu. Bu mantarın DNA’larının soluma yoluyla akciğerlere indiği ve üreme yoluyla çoğalarak enfeksiyona neden olduğu, böylelikle başpiskopos mezar ölümlerinin nedeninin piskoposun laneti değil mikrobiyolojik canlıların olduğu bilimsel bir makale olarak yazıldı. Bu makale daha sonra tüm Sovyet bilim akademilerine tamim edildi. Sovyetler Bloğundaki tüm arkeoloji okulları bu bilgiyi öğrencilerine öğretti.
Yıl 1990.. Doğu bloğu yani Sovyetler yıkıldı. Yıkılan her uygarlığın bilgi birikimi paylaşılır. Varşova Mikrobiyoloji Enstitüsünün o makalesi ve Sovyet Eğitim Disiplinine haiz arkeologların antik mezarlarda öldürücü bir mantar sporunun insan sağlığına direkt etki yaptığından mezarlara girerken maske takma kuralını batı dünyası 90’ların ortasında kavradı.
Tutankhamon’un laneti yokmuş. Aslında olay organik çürümelerde baş gösteren Aspergillus zehirli mantarının neden olduğu enfeksiyonlarmış.
1920’lerde mikrobiyoloji bu denli gelişmediğinden arkeoloji biliminin de bu bilim dalından faydalanamadığı gerçektir. Carter ve arkadaşlarının mezar odasındaki fotoğraflarında bundan habersiz ne denli korunaksız olduğu açıkça görülüyor.
Ha diyeceksiniz Carter neden ölmedi… Carter, Nisan 1925’te zatürreye yakalanıyor. Temmuz 1925’te iyileşiyor ama akciğerlerde eser kalıyor. İskender’in mezarını ararken akciğerleri o tempoya yeniliyor. Ölüm nedeni akciğer yetersizliği..
Kısaca, bilimi göz ardı eden her toplum hurafelerin esiri olur..
Doğada yaşadığımız her aksiyonun mutlaka bilimsel bir gerekçesi vardır..
Şu an için insanoğlunun cevabını bilimsel olarak veremeyeceği tek bir şey var; “zaman ve mekan nerede başladı?”
Bazı bilim çevreleri buna “bing bang” diyor. Yani her şey büyük patlama ile olmuş. Evren, yıldızlar ve aklınıza ne geliyorsa; her şey big bang ile başlamış..
Madem big bang’i buldunuz, yani zaman ve mekan orada başladı… Ya öncesi?…
İşte o “ya öncesi?” sorusuna cevap bulamadığımız sürece Tanrı vardır..
Bir yaratıcı güç mutlaka var.