TELEVİZYON TÜRKÇESİ
Günümüzde insanımız kitap okumaya ayırdığı zamanın en az on katını televizyon izlemeye ayırıyor. Dolayısıyla konuşma dilimizi kitaplardan, yazar ve şairlerden çok televizyon programları, sunucular, yorumcular, diziler, reklamlar etkiliyor. Televizyonlarda kullanılan Türkçenin ise özenli olduğunu, kurallara uygun bir anlatıma sahip olduğunu söylemek pek olanaklı değil.
“Hayret bir şey” gibi “ucube” sözlere yalnızca ergen şarkılarında ya da televizyon dizilerinde rastlamıyoruz artık. Anlatım bozukluğuyla ilgili kitap yazan profesör de canlı yayında “hayret bir şey” diyebiliyor.
“Atıyorum” yalnız eğitimsiz kişilerin kullandığı argo bir sözcük olmaktan çıktı, ağırbaşlı siyasetçilerin de sık kullandığı bir sözcük oldu.
Televizyonlardan övgü anlamında “adamın dibi”ni öğrendik. Adamın dip tarafı nasıl bir övgüyse artık!
İnsan ister istemez kırk elli yıl önceki radyo ve televizyonlardaki konuşmaları özlüyor. Jülide Gülizar, Zafer Celasun, Can Akbel, Tuna Huş, Çetin Çeki, Erkan Oyal, Mehpare Çelik vb. sunucuların temiz Türkçesini.
Oysa günümüzde en beğenilen, en güvenilen televizyoncuların konuşmalarında bile bir savrukluk, bir özensizlik almış başını gidiyor.
İşte günümüz sunucu, yorumcu ve konuklarından birkaç örnek:
“Türkiye’nin araştırmacı tek televizyonu”nda, sunucu kadın hayretini ifade ediyor: “Ben şok!”
Sanat programında konuk sanatçı konuşuyor: “Bu konuda epeyce okuma yaptım.”
Tıp profesörü sağlık konusunda açıklama yapıyor: “Daha sağlıklı olmak adına önerilerimin uygulanması önem taşımaktadır.”
Çok ünlü bir politika yazarının yorumu: “Bu durum bizim geri kalmamızı sağladı.”
Bir başka yorumcu: “Bu detay ve ayrıntılar bence çok önemli.”
Çok daha önemli bir televizyon sunucusu: “Yeni dönemde hep birlikte beraberiz.”
İzlediğim tek TRT kanalı TRT 2’de bir tarih profesörünün konuşmasından: “Bu eserler salt sadece halka ait değil.”
Kabil Havaalanında ana baba günü…Taliban’dan kaçan insanlar birbirini eziyor; ölenler, yaralananlar; uçağın tekerleklerine tutunup yüzlerce metreden yere çakılanlar… A Haber olayı haberleştiriyor: “Kabil Havaalanı’nda neredeyse izdiham yaşandı.”
Genç sunucu ana haber bülteninde anlatıyor: “Saldırgan, bir kişiyi denize atıp boğulmasını sağladı.”
Belli bir yaşın altındakiler belki zamanla bu tür cümlelere alıştılar. Ancak kırk elli yıl önce bugünküyle pek ilgisi kalmayan TRT’yi izleyen, kitap okuyan, belli bir yaşın üstündekiler bu cümleleri bir türlü kabullenemiyor, yadırgıyor.
Televizyonlar önce alt yazılarıyla halkımızı yazım yanlışlarını yadırgamamaya alıştırdı. “Hâlâ” yerine “hala”, “kâr” yerine “kar”, “âlem” yerine “alem”, “hâkim” yerine “hakim”, “âlâ” yerine “ala” yazılmasını izleyicilere benimsettiler. Bunların yanlışlığını belirttiğinizde ise öğretmenler de dâhil birçok kişi, “Ama şapkalar (düzeltme imi) kalkmamış mıydı? Herkes öyle söylüyor.” diyor. “de”, “ki”, “mi”lerin yanlış yazımları ise artık sıradan teknik hata oldu.
HİSSETMEK
Geçişli bir eylem olan “hissetmek” şöyle kullanılırdı bir zamanlar:
“Kendimi iyi hissetmiyorum.”
“Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”
“Kendini çok kötü hissediyormuş.”
Şimdi ise bu cümleler şöyle kullanılıyor:
“”İyi hissetmiyorum.
“Nasıl hissediyorsunuz?
“Çok kötü hissediyormuş.”
AYNEN
Önce ergenler kullandı bu sözcüğü “evet, doğru, haklısın, katılıyorum, ben de öyle düşünüyorum…” anlamında. Kim bilir hangi muzip kişi televizyonda ilk kez bu anlamda kullandı bu sözcüğü? Sonra yavaş yavaş tüm topluma yayıldı. Televizyon sunucuları da ağızlarından düşürmüyorlar artık “aynen”i. Oysa eskiler, bu sözcüğün bir zamanlar “komiklik olsun” diye kullanılan argo bir sözcük olduğunu çok iyi bilirler. Sözcüğün doğru kullanımı “tıpkısı, aynısı” anlamı taşır ki bizdeki genel kullanımıyla pek ilgisi (günümüzde bu sözcük de alâââka oldu” yok. Bir zamanlar şaka yollu genç öğretmenleri uyarmıştım, bir arkadaş, bir teneffüste en fazla üç kez “aynen” diyebilir, diye. Çünkü teneffüslerde kullanılan sözcüklerin yüzde yirmisi “aynen”di. Öğrencilere nasıl kızabilirdik ki bu sözcüğü sık kullandıkları için?
ADINA
“Bir şeyin ya da kimsenin namına hesabına, yerine” ya da “Başkası adına işlem yapan aracı” anlamlarına gelen “adına” da son yılların gözde sözcüklerinden. Yüzlerce yıl “için” demişiz, “amacıyla” demişiz ama artık adına diyeceğiz. İşte “adına” enflasyonuna birkaç örnek:
“Seçimi kazanmak adına bunu yapıyorlar.”
“İçişleri Bakanlığı bu tür olayların bir daha olmaması adına gerekli önlem ve tedbirleri almıştır.”
Halkın refahını temin etmek adına elektrikteki TRT payını kaldırdık.
NOKTASINDA
Belli kişi ve kişiler kullanmaya başladıktan sonra bu sözcük bir anda tüm ülke insanlarınca büyük değer kazandı. Önce bakanlar, genel müdürler, üst düzey bürokratları kullanırken şimdi muhalif milletvekilleri, bilim insanları, her meslekten insan “noktasında”sız yapamaz oldu.
“Yedek parça noktasında şirketimiz çok dikkatlidir.”
“Müfredata yeni konular eklenmesi noktasında…”
“Halkın refahını sağlama noktasında…”
“Ekonomi noktasında, politika noktasında, insan hakları noktasında…”
“Parlamentomuz idam noktasında bir karar verirse…”
“Kayıtlı ekonomiye geçişimiz noktasında…”
“Din noktasında zulüm yapan Batı’dır.”
“Sosyal ve kültürel iktidar noktasında bazı eksiklerimiz var.”
OLUYOO, GİDİYOO, YAPIYOOLAR
Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dildir; yazılan her harf okunur diye ilkokul öğrencilerine öğretilir. Ama son yıllarda şimdiki zaman kiplerinin sonundaki “r”ler aforoz edildi, yoksa “r”ler “o”ya dönüştü mü diyelim. “Gidiyoo”, “geliyoo” demek kibarlık ve modernlik oldu galiba.
Yetmiş yaşını geçmiş, yıllarca TRT’de görev yapmış kadın yorumcu da “oluyoo” diyor, edebiyat profesörü de “yapıyoo” diyor, “Görkemli Hatıralar”ın popüler sunucusu da “ yazıyoo” diyor, sağcısı da solcusu da dincisi de laiki de okuyanı da okumayanı da ergeni de yaşlısı da “yapıyoolar, diyoo, n’apıyoo…” diyo(r) artık.
SIKINTI
Bir zamanlar konuşmalarına bakarak kişilerin ilerici mi, muhafazakâr mı, Batı hayranı mı olduğu anlaşılırdı. Örneğin ilerici kabul edilen kişiler, “sorun, olanak, ilgi, gerçek, örnek, ilke, korumak, eğitim, değerli…” derlerdi. Muhafazakârlar da “mesele, imkân, alaka, hakikat, misal, umde, muhafaza etmek, maarif, kıymetli…” derlerdi. Batı özentisi içinde olanlar da “prensip, problem…” falan derlerdi. Şimdi bu ayrım kalktı, artık herkes ağzını yaya yaya “alâââka” diyor, “hakikat” diyor, “kıymetli” diyor, “hususunda” diyor, “mevzu” diyor. Dolayısıyla halkımız “birlik ve beraberlik” içinde dil birliğini (!) sağlıyor. Elbette bu birliği sağlayan en önemli kaynak televizyon.
Halkımızı en çok birleştiren bir sözcük de “sıkıntı” oldu. “ruhsal ve fiziksel yorgunluk” diye tanımlanan “sıkıntı” artık “sorun, mesele ve problem”in pabucunu dama attı.
“Sıkıntı yok değil mi kanka?”
“Aynen, sıkıntı yok kanka!”
“Motorda bir sıkıntı var galiba.”
“Matematik sorularının çözümünde sıkıntı yaşıyor.”
RTÜK sigarayı yasaklar, içki kadehini ve şişesini de yasaklar, bazı sözcükleri de sansürler “millî beka”mız için. Ama silah serbesttir, kadına ve çocuğa şiddet serbesttir, öldürme, yaralama, dayak, tehdit sahneleri serbesttir. Elbette bozuk Türkçe, anlatım bozuklukları, yazım yanlışları ve argo da serbesttir. RTÜK’ün “dil polisliği” yapmasını istemiyor kimse, zaten bu bozuklukların ayrımına vardıklarından da kuşkuluyum, ama Türkçe konusunda duyarlı olunması da istenemez mi kanallardan?
“Bu dil ağzımda annemin sütüdür”, “Türkçe’m benim ses bayrağım” diyen o güzel şairlerimize, yazarlarımıza saygıyla…