Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi :

OSMANLI BALKAN COĞRAFYASINDA TÜRKÇE KONUŞMAYAN MÜSLÜMANLAR

OSMANLI BALKAN COĞRAFYASINDA TÜRKÇE KONUŞMAYAN MÜSLÜMANLAR

Küreselleşen bir dünyada Osmanlı Balkan coğrafyasında sosyolojik miraslar halen yaşıyor.

Sosyo-Ekonomik nedenler ile kimlik bulmuş toplumlar.. Türkçe konuşmayan müslüman toplumlar. İçlerinden sadece Boşnaklar devletleşmiş. Geriye kalan kısım ise yaşadıkları devletin içerisinde halen kimlikleri ile varlar. Ancak günden güne küreselleşmenin etkisi ile köklerinden kopuyorlar.

Rumca konuşan Müslümanlar; Patriyotlar..

Bulgarca konuşan Müslümanlar; Pomaklar..

Makedonca konuşan Müslümanlar, Tikveşliler..

Ulahça konuşan Müslümanlar; Karacaovalılar..

Sırpça konuşan Müslümanlar; Torbeşler..

Türkçe konuşan Ortodokslar; Gagavuzlar ve Karamanlılar..

Arnavutça konuşan Ortodokslar..

Rumca konuşan Katolikler..

Ana dilleri Arnavutçayı terk etmiş,  Rumca konuşan ama kimlik olarak biz Arnavut’uz diyenler..

Yörük Türkmenler gibi konar-göçer bir yaşam formatında yaşayan ama tek bir kelime Türkçe bilmeyen çok kaba bir Rumca konuşan Karakaçanlar..

Bu karmaşıklığın bir çok nedeni var. Ancak ana nedeni Osmanlı’nın iktisat politikasıdır diyebiliriz.

Gayri Müslimlerden alınan cizye vergisi toplumların kimliklerini de belirleyecek kadar sosyolojik öneme sahip bir enstrüman olmuş.

Cizye neydi?..

Gayri Müslimlerden alınan ekstra bir vergiydi. Bu vergiyi verebilen gayri Müslimlerin dini inançlarına karışılmaz karşılığında askere ve angarya kamu işlerine bulaştırılmaz, Müslüman tebaaya yer yer yasak olan faaliyetleri yapmalarına müsaade edilirdi. Tüccarlık gibi mesela..

Maddi kazanç elde etmeye bağlı bu vergiyi ödeyemeyen gayri Müslimlerin din değiştirme ile bu vergiden kaçtıkları böylelikle dilleri aynı olsa da mensubu oldukları ulustan farklı adet ve kültür geliştirdikleri de sosyolojik bir gerçek. Yukarıda bahsettiğim Türkçe konuşmayan toplumların yaşadıkları veya göç ettikleri coğrafyalara bakın iktisadi olarak imkanları dar olan bölgeler. Müşterek paydaları dağlık ve ticaret yolları bulunmayan ücra yörelerin mukimleridir.

Sosyolojik kimlik oluşumunda bir etkin enstrümanda yeni mensubu olduğu dini hangi dilden öğrendiğindir. Buna en iyi örnek Anadolu’da Hristiyanlığın ilk yayıldığı zamanlarda yeni dinin Grekçe olarak öğrenilmesidir. Bu süreç 1,5 asırda Frigçe, Luvice, Bittinyaca, Lidya dili, Karyaca gibi tüm kadim Anadolu dillerini öldürmüş ve özellikle batı ve iç Anadolu hatta doğu Karadeniz’in Rumlaşmasına neden olmuştur. Dil sosyolojik kimliğin en önemli kıstaslarındandır. Selçuklu ve hemen sonrası yeni gelen din ve dil ile kimler sentezlendi bilinmez. Ancak sentezlendiği de ret edilemez bir gerçek.

Türkler ile gelen yeni din Türkçe anlatılıyordu. Yunus Emre gibi dervişler Tüm Anadolu’yu hatta balkanlara (Sarı Saltuk veya Börklüce gibi) kadar gitmiş anlatmışlardır. Bu adamlar sadece din anlatmıyorlardı. Hepsi bir meslek erbabı idi. Ahilik teşkilatının kökenleri çok ama çok eskidir. Kültürümüzdeki bilinen ilk esnaf dayanışma örgütüdür. Bu adamlar çok duru Türkçe konuşuyorlardı. Yunus Emre veya Taptuk Emre gibi dervişlerin beyitlerini bugünkü Türkçe gibi anlıyoruz.

Yavuz’un Mısır Seferi sonrası bazı dinamikler değişti.

Arap Kültürü ve dolayısı ile Arapça günlük hayatımıza çok müdahale eder oldu.

Şahsi görüşüm; Anadolu’dan önce Mısır’ı alsaydık bugün Türkçe değil Arapça konuşan sosyolojik coğrafyanın bir unsuru olurduk.

Türk devriminin merkezinde Türkçe hayat vardır.

Devrime dolayısı ile Türkçe ‘ye sahip çıkmak hayatımızın esası olmak zorundadır.

Yoksa küreselleşen dünya kültüründe kimliğimizi yitirmiş bir ulus olmak çokta uzak bir ihtimal değil..

 

Kaynak : Oğuz GEREN

YORUM YAP