ÖLÜM GERÇEĞİ
Çok sevdiğiniz, unutamadığınız, geçen onca yıla rağmen sevmekten bir türlü vazgeçemediğiniz kendi yarımınızı, hayatınızdan sonsuza kadar uğurlamak zorunda kaldınız mı hiç?
BEN KALDIM.
Öyle kolay değil gidenin ardından eksik kalmak.
Hele hele damarından kan, ruhundan can çekilmişse.
Durur Dünya.
Artık senin için dönmez olur ve ölüm gerçeği ile yüz yüze gelirsin.
Önce isyan edersin.
İnsan nasıl dayanır böyle bir yokluğa.
Onun nefesi, sesi, gülüşü, hoşgörüsü, sevgisi olmadan.
Her gün biraz daha eksilerek.
Ve her gün bir öncekinden daha büyük bir özlemle.
Sonra titrer, korkar Allah’a sığınırsın.
Ölümün yaşamın bir parçası olduğunu kabul edersin.
İnsanlar doğar, büyür ve ölürler.
Bir gün aniden beliren Azrail “gel” der “lütfen biraz daha bekle, yapacak işlerim var” deseniz de ölüm “şimdi geleceksiniz” der ve insanlar ölür.
Ünlü Yazar MONTAIGNE denemeler kitabında şu soruyu sorar :
“Eğer sonumuz ölümse, biz doğduğumuzda, yaşamaya mı, ölmeye mi başlıyoruz?”
Yaşam da “tamam bana bu kadar yeterli” diyebileceğimiz zaman dilimi yok.
“Buraya kadar geldik, artık yeter” diyebileceğimiz bir zaman dilimi de yok.
Bugün insanlar hâlâ, ölüm bizi ayırana kadar evli kalmaya ve çocuk yapmak üzere kuruyor hayatlarını.
Yaşam hakkının ne yazık ki son kullanma tarihi de yok.
İnsan yaşadıkça yaşamak istiyor.
Bazen ölüm gerçeğini unutarak, hiç ölmeyecekmiş gibi, egolarımızın, hırslarımızın esiri oluyoruz.
Bazen de başarı ve hırs açgözlülüğü de beraberinde getiriyor.
Bizi başardıkça yeni hedefler koymaya yönlendiriyor.
Yeni bir ev.
Yeni bir araba.
Bazen ölüm gerçeğini unutup, zafer, başarı, para peşinde koşuyor ya da ruhumuz “Cennetle ödüllendirilsin” diye yaşadığımız anların keyfini çıkaramıyor, yaşamlarımızı feda ediyoruz.
Oysa bize tavsiye edilen, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi öbür dünya için çalışmak.
Bir Hadis-i Şerifte ise Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyurur:
“Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe bir yere kıpırdayamaz.
Ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden,
Gençliğini ne şekilde yıprattığından,
Malını/servetini nereden kazanıp, nerelere harcadığından,
Doğru bildiği ile amel edip etmediğinden.”
Önce kendi hayatınıza anlam katın, paylaşın sonra birilerinin hayatlarına dokunup, onların hayatlarını değiştirme nedeni olun.
Hiç bir şey, ne hayat, ne de ölüm ne melekler, ne sizi yönetenler, ne size dayatılan ideolojiler, ne güçler, ne zenginlik, ne yükseklik ne de derinlik, ne de yaratılmış başka hiç bir şey bizi vicdanımızın sesini dinlemekten ne de bizi Allah’a inanmaktan vazgeçirmemelidir.
En büyük din vicdanımızdır.
BERNARD SHAW “İnsan ne zaman ölür bilir misiniz? Tembellikten, inançsızlıktan, hayatı yaşamaya değer kılmayı becerememekten” der.
Demem o ki; acı, hastalık, ölüm vb durumlar karşımıza çıktığında tutunmamız gereken tek şey Allah’ın sonsuz sevgisine sığınmak olacaktır.
Her ne yaşıyorsanız,
İnanç sabrı, sabır da dayanma gücünü getiriyor.
Ben inancıma sığınarak dayandım.
Mevlânâ ise “Allah ile olduktan sonra, ölüm de, ömür de hoştur” diyor.
HER İKİ DÜNYANIZI DA HOŞ EDİN.
SERPİL GÜLEÇYÜZ