İnsan kendine, insana, insanlığa dürüst olmalı.
Günümüz insanın temel davranışlarına baktığımızda; “Gülene gülcen, somurtana somurtcan, sırıtana sırıtcan, kırıtana kırıtcan…” biçimindedir. Bu davranışların arkasında yatan düşünceyi anlayıp sezeceksiniz.
Samimi, içten davranışlar, insan ömrüne ömür katar, insana huzur, güven ve esenlik verir. Güven vermeyen, huzursuz davranışlar, insanı yorar.
İnsana huzur veren, sevgi içeren davranışlarımız; gözlerimizle, tokalaşarak, göğüs göğüse sarılarak, başı başla tokuşturarak, yanak yanağa getirerek olabilir. Anlamı, benden size zarar gelmez, duygusal iletisi alınır. Dost, akraba ve girdiğimiz topluluk içinde herkesi selamlayıp, el uzatarak, güven ve huzur kaynağı olmamız anlamlı olur.
Bilgilendirmelerimizi, deneyim ve bilimsel bulgulardan yola çıkarak sunmamızda büyük yararlar var. Konuyu biraz açalım;
“Kızılderililer, sonbaharda yeni seçilen büyücüye gidip
– Söyle bakalım, bu kış nasıl geçecek? diye sormuşlar…
Modern dünyanın adetleriyle yetişmiş genç büyücü, eskilerin sırlarını bilmediği için, kışın nasıl geçeceği konusunda hiç bir fikre sahip değildir. Ne olur olmaz, işi sağlama almak ister!
– Bu kış sert geçecek der. Sonra kendisi de kuşkuya düşer, meteorolojiyi arar.
-Bu kış nasıl geçecek?
Meteorolog;
-Sert geçecek gibi görünüyor der.
Bu söz üzerine genç büyücü, kabileye haber gönderir.
– Bu kış çok sert geçebilir.
Genç büyücü , bir süre sonra meraklanıp meteorolojiyi yine arar; bir gelişme var mı, durum nedir?
Yetkili yanıtlar;
-Anlaşılan bu kış daha öncekilere benzemeyecek galiba… Çok sert geçecek.
Genç büyücü kabileyi toplar;
-Bu sefer daha çok odun toplayınız. Kış çok sert geçecek der…
Büyücü, bir değişiklik var mı diyerek, meteorolojiyi yeniden arar sorar..
Yetkili
-Ben böyle bir şey görmedim. Feci bir kış geliyor…
Genç büyücü …
-Hayret, nasıl böyle emin olabiliyorsunuz?
Meteorolog; biraz da endişeyle;
-Civardaki Kızılderililer… Harıl harıl odun topluyorlar… Bu güne kadar, hiç bu kadar fazla telaşla odun toplamamışlardı…
***
Geçmiş zamanın neler yaşadıklarını bilmiyoruz? Bildiğimiz tek şey, zamanın en iyi öğretmen olduğudur.
Bir zamanlar otogarlarda yolcu otobüs çığırtkanları vardı.
Çığırtkan, müşteri kapabilmek için çığırıyor;
– Balıkesir-İzmir, Balıkesir- İstanbul hemen kalkıyor. Gel vatandaş gel. Yeme , içme bedava, hemen kalkıyor…ö Hemen kalkan otobüsü iki saat beklersin, hemen : ucu açık, sabahtan akşama beklersin,
1985’e kadar, Sındırgı KERTİL rampalarında otobüs su kaynatır. En yakın, lokantada durulur.
Vatandaş “yeme içme bedava” diye bindi otobüse. Nasıl olsa otobüs şoförü yediğimi içtiğimi ödeyecek diyerek, bir güzel karnını doyurur, kasaya para ödemeden geçmeye çalışırken yakalanır.
-Kardeşim yediğiniz yemeğin parasını öder misiniz?
-Ne parası ağabey? ‘Yeme- içme bedava’ diye bilet aldık bindik otobüse…
-Tamam kardeşim.. Çığırtkan size ‘yeme, içme bedava’ demiş; yemeyecektin, içmeyecektin, o zaman yediklerin bedava olacaktı. Ama sen; tas kebabı, pilav üstü ciğer, kaymaklı ekmek kadayıfı, iki şişe Kızılay sodası yemiş ve içmişsin bu dağ başında. Şimdi gel şu hesabı adabıyla ödeyiniz, araba kalkıncaya kadar. Yoksa bulaşıkhaneyi boylarsın…. yediğin ağzından burnundan gelir.
Güzel halkımız sözü gediğine koyar;
“Yediğin hurmalar, gün gelir boğazını tırmalar.”
“Bedava baldan tatlıdır, yerken tatlı, çıkarken iki kanatlıdır..”
” Bedava kadar pahalı, hiç bir şey yoktur”* İ D U R A K İ *.
GÜN GELİR, HER LOKMANIN HESABINI, SORARLAR ADAMDAN.
.