GÖLVE
Geçtiğimiz günlerde Balıkesir’deydim. Evimle hasret giderdim bir süre. Özlemişim.
Güzel rastlaşmalarla çok sevdiğim insanları görebildim. Pazarda, yolda karşılaştığım dostlarla kısa bir an bile yetti. Görebilir miyim acaba dediklerim ilginç bir şekilde tesadüflerle karşıma çıktılar. Ve artık sayıları azalan arkadaşlarım iyi ki varsınız.
Yaşam zorluklar getirse de kendi içinde kolaylıklar ve düzenlemeler yapıyor çoğu zaman.
Bu defa da öyle olaylar oldu ki isteyip planlasam ayarlayamazdım;
Önceden planlanmış bir geziden vazgeçme kararı aldım. Bir hafta evde dinleneyim demiştim ki haber geldi, Kurucu başkanı olduğum derneğin teftişi oldu. Ve inanın, başkanımızın da memleketinden döndüğü haftaydı. Eğer bir hafta öncesi veya sonrası olsa ikimiz de olamayacaktık. Çok keyifli zaman geçirdik. Her ne kadar sonucu söylemeseler, raporları görmesek de yüzümüzün akıyla çıktık gibi hissettim.
Kurucu üyelerimizden eşimin çok sevdiği kardeşi saydığı, yokluğunu hep hissettiğimiz bir arkadaşımızın kızının düğünü, komşu kızımızın kına gecesi hep benim vazgeçtiğim gezi haftasında oldu.
‘Yukarıda beni düşünen ve kollayan var’ diyen düşüncem yine tavan yaptı. Şükürler olsun.
Görmem gerekenleri gördüm, yapmam gerekenleri yaptım. Hem de kolaylıklar ve güzelliklerle.
Aslında yaşam bana kolaylıklarla değil, biraz uğraşla verir istediklerimi.
Bu defa sanırım torpilliydim.
***
Balıkesir’in yaşayan değerlerinden Şekerci Orhan (Günvaran) ağabeyimizle kısacık da olsa sohbet ettik. Allah sağlıklı uzun ömürler versin. Bir zamanlar Kervansaray vardı ya hani, işte o Kervansaray’da özellikle Amerikalı askerler için çay, kahve yanına minik pastalar ve kurabiyeler istemişti. O yıllarda minik pastacıklar yapan yoktu. Ben ve öğrencilerim kocaman pandispanyalardan minik kurabiye kalıplarıyla şekillendirip yaş pastalara dönüştürdüğümüz ürünler hazırladık. Minicik profiteroller, şekilli kurabiyeler yaptık. O günleri anarken ikimizde hüzünle karışmış mutluluk duyduk. ‘Nerede kaldı o günler… Ama bunu hatırlıyor ve konuşuyor olabilmemiz ne güzel’ dedi Şekerci Orhan…
Ahmet Esmer Bey amcamızı da görmek isterdim ama olmadı. Bizim zamanımızın kitapçısı Turgut Soyelçin ağabeyi sordum. Eski kitapları bulabileceğimi düşündüğüm kişiydi. Oğluyla işlettiği bir dükkânı vardı. Ara sıra uğruyormuş. Öğrendim ki artık eski kitapları satmayı da bırakmışlar. Tüm kitapları yeni açılan bir sahafa vermişler. Hemen o sahafı buldum.
Yoğurt ile ilgili kaynaklar arıyordum.
Şu bizim yoğurdumuzu artık Türk yoğurdu olarak tanıtmak için çalışmalar var ya. İşte o çabalayanlara katkım olur belki dedim. Hazır UNESCO başvurusu da yapılmışken Balıkesir’den de kaynak bulalım istedim.
Ne yazık ki aradığım ve ulaştığım kişilerde kaynak bulamadım.
Ama hiç ummadığım bir şey buldum.
Benim ve birçok kişinin öğretmeni olan Suna Çolak’ın kitaplarını almış Mithat Sahaf. Epey sohbet ettik. Kitapların çoğu satılmış, kalanları da bende olan kitaplardı. Defterleri satın almayı teklif ettim. Sağ olsun ‘Bunu size satamam ancak hediye edebilirim’ dedi. İçindeki tariflerin çoğu bize öğrettiği ve benimde defterimde olanlar. Tek fark var Suna öğretmenimizin son derece titiz ve güzel el yazılarıyla yazılmış. Benim asla öyle düzgün bölümlere ayrılıp özenle yazılmış defterlerim hiç olmadı…
Kendisinden öğrenciliğimizde çok korktuğumuz, hatta kızdığımız, hataları hiç affetmeyen bir öğretmenimizdi. Meslektaş olarak birlikte çalıştığımız, özel bir pastacılık eğitiminde iki haftayı beraber geçirdiğimiz günlerde görünenden çok farklı bir Suna Çolak tanıdım;
Grup arkadaşı, yol arkadaşı, hatta zaman zaman aynı atölyeyi paylaştığım bir meslektaşım olarak kendisini çok sevdim ve takdir ettim.
İyi ki yolum sahafa düşmüş. Bir anıyı yaşayıp, kaybettiklerini yâd etmek bazen acı verse bile yüzümde bir tebessümle ayrıldım.
***
Benzer duyguları artık epey değişen yol üzerindeki dükkânların eski tabelalarını görünce yaşadım.
Bazen bir ağaç veya sıradan gibi görünen ve hiç yeri değişmemiş bir taşla bile çocukluğunu yakalıyor insan.
Benim mahallem kocaman Atatürk Mahallesi içinde, DSİ yanında kalmış küçük bir ada gibi.
Çoğu ilk yapılan evlerin sahipleri. Bazılarında artık kızları, oğulları otursa da, eski evlerin bazıları bir kaç kat çıktı yapsa da çoğunluk birbirini tanıyan komşularız. Herkes birbirinden haberdardır. Birlikte çok yenilmiş içilmiş, trafiğin olmadığı zamanlarda sokaklarda pelden, 9 kiremit vb. oyunlar oynanıp, hıdrellezde yüzükler çekilip hayırlar yapılmıştı. Kış hazırlığı makarnalar ve yufkalarda hep birlikte yapılırdı. Öyle ki okuldan dönüşte elimize tutturulan dürümlerin tadı hiç aklımdan çıkmadı.
Kendilerini göremediğim komşularımın evleri ile de hasret giderdim.
Evimde geçirdiğim günlerde Facebook’ta Korucu’lular sayfasında bir çağrı gördüm;
‘Yukarı mahallede gölve hayrı var. Yemeye bekleriz’
Siz bilir misiniz Gölve nedir?
Aşure diyen de olur da, Korucu’da Gölvedir o…
Tüm kadınlar birlikte işin ucunu tutmuşsa, yoldan geçen dahil, “aşşaa maalle”, “yukaaa maalle” herkeslere yeter tadına doyulmaz.
Hele de kazanın yanında sıcak sıcak yenen aşurenin tadı hiçbir şeye benzemez.
Biz çocuklar çoğu zaman sevdiğimiz desenli tahta kaşıkları kaptırmamak için yarışırdık.
Bir tasın içine konan aşureyi dört beş çocuğun kaşıklaması gayet normaldi ki…
Zaten macuncudan alınan renkli macunları, aynı limonlu su içine batırılan elma şekerleri yemek gayet olağan işlerdi. Hijyen diye bir kelimeyi duymamıştık bile 🙂
***
Bayramdı, aşureydi, dernek toplantısı da yapalım, yanıma neler alacaktım, hazırlamam gerek… Alt kat, üst kat derken bitti gitti sayılı gün. Kürkçü dükkânına döndüm yine.
İzmit’te kızım ve arkadaşları benim mahallemdekinden az yiyorlar aşureyi. Sitede yapıp dağıttım bende. Kendi evimdeki apartman komşularım için de yaptım küçük bir tencerede.
Kazanla yapıp herkese dağıtasım vardı da kocaman bir tencereye yer yok ki yeni mutfaklarda.
Aşure ayı olmasa da, ara sıra aşure yapıp dağıtmayı düşündüm. Çok seven var ve hazır satılan evde yapılanın yerini tutmuyor diyorlar.
Öyleyse neden sadece aşure ayında yapıyorsunuz? Size de vereceğim tarifi en kolayından.
Yapın bir tencere çoluk çocuk yesin keyfince…
Suna Çolak öğretmenimin defterinden aldım ölçüleri.
AŞURE/GÖLVE (Nuh Tatlısı diye anlatıyorlarmış yabancılara diye duydum. Çok hoşuma gitti)
½ kg Buğday
1 avuç Fasulye
1 avuç Nohut
750 gr kadar şeker
1 avuç çekirdeksiz üzüm
2 kaşık Gül suyu
Karanfil, tarçın
Ceviz içi, fındık, nar taneleri, incir, elma dilimleri, portakal dilimleri vb.
Buğday, nohut, fasulye biraz dirice kalacak şeklide haşlanır. Büyükçe bir tencereye hepsi birden karıştırılır. Üzerini geçecek kadar su eklenir. Önce şekerin bir kısmı atılır, karıştırarak pişirirken kalan kısımlar da ilave edilir. İçindekiler kaynarken aşurenin suyunu kontrol edip ilave yapabilirsiniz.
Ben karanfilleri bir cezvede kaynatıp suyundan koyuyorum içine. İsteğe göre portakal suyu da koyabilirsiniz.
Aşurenin olmaya başladığını renginin koyulaşmasından ve kıvamından anlayabilirsiniz. Olmaya başladığında ben içine küçük doğranmış elma ve portakal dilimlerinden atıyorum. Ayrıca biraz kıyılmış ceviz, fındık, üzüm de atıp 10 dakika kadar birlikte kaynatıyorum. Hatta tarçın çubuğunu da ekliyorum kaynarken. Sonra alıyorum içinden.
Gül suyunuz güvenilir ise ekleyin.
Su miktarı yöreye ve kişilerin alışkanlığına göre değişiyor. Ben biraz sulu severim. Ankara’da ilk kez yemekhanede katı bir aşure görmüştüm. Hiç suyu yok gibiydi hayallerim yıkılmıştı.
Aşureleri sıcakken koyun kâselere ve üzerini tarçın fındık fıstık ceviz vb. ile süsleyin ki önce gözünüz şenlensin.
Aşure şifadır derler, ölmüşlere rahmet yiyenlere sağlık olsun.