CUMHURİYET DEVRİMLERİNİN GÜNÜMÜZ AÇISINDAN İŞLERLİĞİNE KISA BİR DEĞİNİ
“Masaldı dağlar, taşlar gerçekten masaldı ha /
Geçiyordu Mustafa Kemal Çamlıbel’den /
Yabanın kurdu kuşu seyrine inmiştiler /
Kara pençelerle ak gagalarla/
Susmuştu yeryüzü efsaneler içinde /
Masaldı, dağlar taşlar gerçekten masaldı ha”
-F.H.Dağlarca-
Çok değil, yaklaşık doksan yıl önce ülkemizin güzelim toprakları bütün değerleriyle birlikte işgal altındaydı. İstanbul’dan başlayan yangın İzmir’i, Adana’yı, Gaziantep’i, Polatlı’ya kadar Anadolu’yu sarmıştı. İnsan ve toprak inim inim inliyordu. Yunan’ın, İngiliz’in, Fransız’ın, İtalyan’ın askerleri birer general gibi çalım satarak geziniyordu sokaklarımızda. Evler basılıyor, kadınların ırzına geçiliyor, çoluk çocuk öldürülüyordu. Bu katliamcılar eylemlerini haklı göstermek için ; “Türkler yüzyıllarca Avrupa’da kalmışlar ve Avrupa’nın başına dert olmuşlardır. Hiç bir zaman Avrupalı olamamışlardır. Türkler bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır” diyebiliyorlardı. Uzakdoğu’daki irili ufaklı bir çok ülkeyi, Afrika kıtasını, okyanusların ortalarındaki bir çok adayı, yer altı, yerüstü kaynaklarıyla sömürenleri, girdikleri yerlerde kan ırmakları akıtanları çok yakından tanıyorduk böylece.
Kalıcı olmaya geldikleri topraklarımızda asla yıkamayacakları onurlu insanların yaşadığını öğrendiler. Dört koca yıl talan ettikleri coğrafyamızdan kaçar gibi çekildiler. O günlerde bu kanlı katillerin himayelerini kabul etmemiz gerektiğini savunanlar vardı. Sömürge olmamız, ateşli bir şekilde isteniyordu kimilerince; “Onlar zırhlı yapıyorlar, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu durumumuzla bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile, yine günün birinde bizi paylaşırlar” Böylesi düşünenlerin uzantısı sayesinde paylaşım çok erken başladı. Kurtuluş Savaşı’nın en baş eğmez sahnelerini bir kenara not ederek, savaştan sonraki kuruluş dönemlerinin ekonomik-politik uygulamaları doğrultusunda bugünümüzü değerlendirelim biz.
Bu bağlamda M.Kemal’in sesine kulak verelim bir an : “ Siyasi ve askeri zaferler ekonomik zaferlerle birleşmedikçe toplum başarıya ulaşamaz” Teknolojide, tarımda, sanayide hangi zaferden söz edebiliyoruz bugün? Her alanda çağdaş uygarlığın çok gerilerindeyiz. Teknolojinin bütün ürünlerini batıdan alır olmaklığımız, üretimde ve yenilikte geriliğimiz bizi olduğu gibi gelecek kuşakları da olumsuz etkileyecektir. 1940’lardan günümüze kadar ülkemizin yazgısında söz sahibi olan bürokratları, vekilleri, bakanları, başbakanları, ihtilâl yapanları nasıl anmalı şimdi? Türkiye ekonomik ve siyasi zafere ulaşamadı, ulaştırılamadı. M.Kemal, yabancı sermayenin ekonomik imtiyaz ve kontrollerine karşı kayıtsız şartsız direniyordu. İşbirliğinde eşit şartlar istiyordu.
Halka işkence etmeden, halkı geçim zorluğuna sokmadan, devleti dolayısıyla milleti yabancı sermayenin boyunduruğu altına itmedi. Köleleştirmedi, aşağılatmadı. Onun sağlığında,1924-1938 arasındaki on bir bütçenin kesin hesabı denk bağlanmış, üçü fazla vermiş, yalnız biri açık kapatılmıştır. Bu açık da çiftçinin omzundaki aşar vergisinin kaldırılmasından kaynaklanmıştır. Halkı rahatlatma adına vergi kaldıran bir devlet yapısını görüyoruz o yıllarda. Şimdiyse, soluduğumuz havadan vergi alıyorlar. Gelir, gider, tüketim, lüks tüketim, eksoz, atık su, bina, katma değer vb. vergiler altında inletiyorlar dar gelirliyi. Bunlar mı bizden? Bunlar mı bizim vekillerimiz? Böyle mi yönetilmek istiyoruz biz?
1937’de T.B.M.M. ni açış konuşmasında bakın ne diyor M.Kemal : “ …son iki sene zarfında hayvanlar, tuz,şeker,çimento,petrol ve benzin,elektrik,iptidai maddeler resim ve vergilerinde yapılan ve her biri yüzde otuz-elli oranındaki bir vergi indirilmesini ifade eden hafifletmelerin,üretim teşviki bakımından,vatandaş ve memleket için olumlu ve hayırlı sonuçlar verdiğini görmekteyiz.”
Bu ses vatanını, vatandaşını düşünen bir liderin sesidir.Yeni kurulan bir devletin ekonomisinin kısa sürede iyileştirilebileceğinin kanıtıdır.İki üç günde bir yapılan zamlarla vatandaşa çektirilen eziyete, yabancı sermayenin ülke içindeki egemenliğine karşı olandı M.Kemal.Onun ölümüyle vatanın,vatandaşın refahını düşünen bir yönetici kadro hiç mi olmadı, diye sorası geliyor insanın. Ülkemizin her alandaki özgürlük görüntüsüne baktığımızda iç karartan bir kuşatılmışlık çıkıyor karşımıza. Halk, bir oy hakkını kullanarak onlarca yıldır yönetime atadıklarının yarattığı hüzünleri izliyor içi kanayarak. Bir kerelik ömürlerini borç ödeyerek geçiriyor büyük çoğunluk.
Bu arada ülkemin bereketli toprakları yabancılara parselleniyor, fabrikaları kapatılıyor, işçileri dağıtılıyor-açlığa terk ediliyor çoluk çocuğuyla. İşin en acı yanı hâlâ Atatürk’ün izinde olduklarını, onun politikasına göre hareket ettiklerini, ülkeyi yönettiklerini söylüyor kimileri. O Batı’yı model alın derken, uşak olmayı mı öneriyordu ? Elbette hayır. Cumhuriyetimizin ekonomik uygulamalarında, M.Kemal’in yönetimindeki on beş yıllık dönemi, ekonomimizin en hızlı ve istikrarlı gelişme dönemidir. Öyle ki 1931’de 6 ton olan altın rezervi,1932’de 14 tona,1933’de 17 tona,1934’de 19 tona,1937’de 26 tona çıkmıştır. Dış ticaretin sağladığı döviz gelirlerinin sonucudur bu birikim.Yani ,yepyeni bir ülkede üretim başlamış, ticarete dönüştürülmüştür.1938’den sonra ise bu sonuca hiç yaklaşılamamıştır. Uygarlıkların beşiği Anadolu kurtlar, sırtlanlar sofrasına yem edilmiştir halkıyla birlikte. Laiklikten, eğitimden, sağlıktan, ekonomiden, bağımsızlıktan verilen ödünlerle, tarikatlara bölünen toplum yapısıyla,kayıtsız şartsız emperyalizme teslimiyetle,
Atatürk Devrimleri’nin yürürlükte olduğunu kim söyleyebilir? Oysa O şöyle demişti: “ Bugüne kadar sağladığımız başarılar bize ancak gelişme ve uygarlığa doğru bir yol açmıştır.Yoksa gelişme ve uygarlığa daha ulaştırmış değildir.Bize ve çocuklarımıza düşen görev bu yol üzerinde durmaksızın ilerlemektir.” Ülkemiz şu an bir sömürü ağının içindedir. Dış güçler olabildiğince imtiyazlı bir biçimde diledikleri gibi talan ediyorlar insanımızı ve bereketli toprakları.Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında görülen ve şimdi de var olan içerdeki işbirlikçileri bu gönüllü teslimiyetten olabildiğince yararlanıyorlar.Rafa kaldırılan devrimler ve özgürlükler umurlarında değil bunların. Şaşırtıcı gayretleriyle toplumu her gün biraz daha uzaklaştırıyorlar Atatürk’ten ve devrimlerinden.
O, ölümüne yakın bütün mal varlığını devlete, dolayısıyla millete bağışlamıştı.Bugün, burunlarından kıl aldırmayan ‘hep bana rab bana’ düsturunu ilke edinen bazısı banka batırmakla, rüşvetle mal edinmekle, kaçakçılıkla meşguller.
Oysa M.Kemal ne diyordu : “ Gelecek ile dopdolu gençler,taze ve temiz canlarını feda ettiler; memleketi kurtarmak için. Memleketi şahıslarından ve ihtiraslarından başka bir şey düşünmeyen politikacılar elinde oyuncak yapmak için değil.”