Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi :

BÜYÜK ZAFER’DEN BALIKESİR’İN KURTULUŞUNA

BÜYÜK ZAFER’DEN BALIKESİR’İN KURTULUŞUNA

Dünyanın en büyük sömürge devleti olan İngiltere, 1.Dünya Savaşında bizi yendiği halde neden ANADOLU’yu işgal etmedi de taşeron olarak Yunanlıları kullandı? Çünkü savaşa gönderecek gücü kalmamıştı. Artık İngiliz anneleri çocuklarının boşu boşuna bilmedikleri yerlerde sadece politikacıların kişisel kaprisleri uğruna ölmelerini istemiyordu.
İngiltere, hemen bir taşeron buldu: YUNANİSTAN. Büyük bir maceraperest olan Venizelos ve Yunanlılar büyük bir AHMAKLIK yaparak Anadolu’yu işgale kalkıştı. Ama hem İngilizlerin, hem Yunanlıların, hem Fransızların düşünemedikleri bir şey vardı.
Yunan ordusunun hiçbir generalinin ve askerinin savaş tecrübesi yoktu. Fransızlar Anadolu’da Fransız üniformasıyla Mısır ve Suriye’de topladıkları ERMENİLERİ işgale yollamışlardı. Onların da başlarındaki Fransız subayların dışında hiç tecrübeleri yoktu.
Türklerin bütün subayları ve askerlerin çok büyük bir çoğunluğu dört buçuk sene süren 1.Dünya Savaşı boyunca pek çok cephede ateşle, kanla sınanmış SAVAŞ KURTLARIYDI. Böyle bir ordu karşısında Yunanlıların hiç şansı yoktu. Olmadı da. İngilizlerin bütün gayretlerine, yardımlarına, Anadolu’da çıkardıkları ayaklanmalara rağmen Yunanlıların hiç şansları olamazdı zaten. Kısa sürede toparlanan Türk Ordusu, Ankara yakınlarındaki Polatlı’ya kadar gelmiş olan Yunan Ordusu’nu bütün hasım dünyanın beklemedikleri kadar kısa sürede Anadolu’dan kovdu.
Sakarya Meydan muharebelerinden hemen sonra, artık düşmanı ebedi olarak Türk topraklarından kovma planları ve hazırlıkları başladı. Gerek teşkilatlanma, gerek umumî hazırlılar, gerekse planlamanın her safhasında Mustafa Kemal Paşa’nın harp planlamasındaki dehası göze çarpar.
Öncelikler 14-15 Eylül 1921 de yurtta genel seferberlik ilân edildi. Malî sıkıntılar büyüktü. Bir şekilde, çok büyük fedakârlıklarla, pek çok şeyden vazgeçerek sıkıntılar aşılmaya çalışılıyordu. Bazı vergiler(sigara, kibrit, şeker, çay, kahve, petrol, su, av) arttırılarak yeni mali imkânlar yaratılıyor, tekalif-i millîye uygulamaları sıklaştırılıyor, ordu taarruza hazırlanıyordu.
İstanbul’dan silâh kaçakçılığı arttırılmıştı. Ayrıca Rusya’dan da silah temin edilmeye çalışılıyordu. Sovyet hükümeti ile Ankara Hükümeti arasında ortak düşman olan İngilizlere karşı kurulan ittifakla İngiliz ve Fransızların desteklediği Beyaz Ordu(Vrangel, Kolçak ve Deniken’in Çarlık Ordusu, Sovyet Kızıl Ordusu tarafından yenilmiş olduğundan Sovyet Ordusu Anadolu’daki Millî Hükümete büyük silâh yardımları yapıyor, bu silahlar, Karadeniz üzerinden taşınıyordu.
Bunların dışında, Orta-Asya’daki Türklerin(Özbek, Türkmen, Kırgız) kendi aralarında toplayıp hibe ettiği altınlarla Rusya’dan ve bazı Avrupa ülkelerinden silah satın alınıyordu. İstanbul’dan parçalanıp gene takalara yüklenerek kaçırılan üç uçak bile vardı..
Maçka Silahhanesi’ndeki depolanmış silahlarımız çeşitli yollarla bir şekilde takalarla Anadolu’ya kaçırılıyordu.
Türkler savaşa hazırlanıyordu.
Taarruzun 1922 yılı sonbaharında yapılması planlanıyordu. Cepheye plan gereği, erzak ve cephane stoklanıyor, hastaneler hazırlanıyor, nakliye yolları ve nakliye vasıtaları hazırlanıyordu. Hatta Batı Cephesi’ne bir matbaa bile kurulmuştu.
Ordu çok gizli olarak bütün planlarını yapmış, ihtiyaçlarının büyük kısmını temin etmiş, askerini gece gündüz eğitmişti.
Bilindiği gibi 26 Ağustos 1922 de beklenen gün geldi ve büyük taarruz başladı. Yunan Ordu’su adeta gafil avlanmıştı. Bütün cephe boyunca, pek büyük ve güçlü direniş gösteremeden, panik halinde çekilmeye başladılar. Cephedeki kuvvetlerinin büyük kısmı ya imha edildi yada esir edildi.
1 Eylül 1922 de Anadolu’daki Yunan Ordusu kesin mağlubiyeti kabul ederek, bir an önce Yunanistan’a dönmek için en yakın limana doğru çekilme, çekilirken de bulundukları bölgelerde yaşayan gayrımüslim Rum ve Ermeni ahaliyi de beraberlerinde götürmeleri talimatı aldılar. Ve büyük kaçış başladı.
Kurtuluş’a doğru…
31 Temmuz 1922 tarihli Ordu talîmatı, Hüseyin kod adlı Nûrullah isminde bir fedâi tarafından 24 Ağustos’da İbrahim Ethem Bey’e getirildi. Bu ta’lîmatta, “millî ordunun yakında geleceği, artık Yunanlıların Anadolu mâcerâsının sonunun geldiği..” bildiriliyordu. Haber bütün müfrezeler arasında olağanüstü bir sevinç yarattı.
Ordu emrine göre, düşmanın işgâl ettiği bölgeler içinde kalan müfrezeler, kendi reisleri idaresinde olmakla beraber bir idare hey’eti kuracaklardır. Bu hey’et:
Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Bey, Jandarma Mülâzımı Galip Efendi, Parti Pehlivan Ağa, Bakırlı Mustafa Ağa, Arap Ali Osman Efe, Kamalı Ahmet Ağa ve diğer reislerden meydana gelecektir. Her köyde teşkilât kurulacak ve bunların ihtiyaçları kendi köylerince sağlanacaktır. Halktan alınan her şeye karşılık mutlaka makbuz verilecektir. Tek tek hareket edilmeyecek, topluca alınan kararlar uygulanacaktır. Halka zulüm gibi gelen hareketlerden özellikle kaçınılacaktır.
Cephelerde genel hücum başladığı haber alınır alınmaz, müfrezeler sayılarını mümkün olduğunca çoğaltmak üzere bölgedeki eli silâh tutan herkesi harekete geçirecekler, silâhlan-duracaklar, görev yerlerini belirleyecekleri manga ve takımlar kuracaklardır. Muharebelerin başladığı, değişik yerlere uçaklarımız tarafından atılacak Türkçe beyannâmelerle ilân edilecektir.
Savaş başlayınca müfrezelerin yapacakları işler şunlardı:
Düşman gerisinde güvenli bir bölgenin elde bulunması için Emet, Gediz, Uşak, Alaşehir, Salihli, Akhisar, Balıkesir ve çevresindeki Yunan memur ve jandarmaları tamamen temizlenecektir.
Demiryolları, köprüler, tüneller, telgraf ve telefon telleri tahrip edilecek, düşmanın haberleşmesi önlenecektir.
Düşmanın nakliyâtını engellemek için erzak ve cephâne depoları basılacak, yollar tutularak gerekli önlemler alınacaktır.
Dağılan düşman kuvvetleri bölgeye geldiğinde devamlı tâciz edilecek, baskınlar yapılacak ve bölge temizlenecektir.
“Garp Cephesi Kumandanı İsmet” imzasıyla gelen bu emir bütün müfrezelere ve halka bildirildi.
Bugünlerde düşman karakol ve birliklerinde bir huzursuzluk, bir toparlanma hâli hissedilmekteydi. Yunan kumandanları, yerli Rumlar’a ve işbirlikçilere “telâşa gerek olmadığını, Yunan Ordusu’nun Türkler’i yenecek güçte olduğunu..” söylüyor, paniği önlemeye çalışıyorlardı.
26 Ağustos 1922 günü sabaha karşı Sındırgı dağlarına derinden derine gelen top seslerini duyan ve bu işâreti bekleyen İbrahim Ethem Bey köylülere şu müjdeyi verdi
“Umum Kurâya, Türk ve Müslümanlara Müjde!
Allah’ın izniyle, şanlı ve muazzam ordumuz taarruza başlamıştır. Bütün millet!.. Eli silâh tutanlar!.. İş başına!..
Her köyün ileri gelenleri, verilen ta’lîmat gereğince eli silâh tutanları deftere yazacak, herkes çarığını giyecek, tüfeğini silecek, bıçağını bileyecek, mevcûdunu ve hazırlığını bildirecek ve o civardaki müfrezeyle hareket edecek.
Ey Millet! Gâvurdan, sizi soyan ve zulmedenden korkmayın!.. Bunlara bir şey kaptırmayın!.. Zira sizi kurtaracak Şanlı Ordumuz geliyor!..
Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’nın emrini taşıyan 31.7.1922 tarihli ta’lîmâta göre herkes, dînini, milletini ve vatanını seven her Türk ve Müslüman, bu kâğıdı köyden köye göndermeye mecburdur. Okuduktan sonra göndermeyen idam edilir!..”
Bu talimat kuryeler vasıtasıyla bütün köylere bildirildi. Haber, Dursunbey tarafına işgâl yılları boyunca kurye olarak çalışmış Ömer Lütfi (Büber) tarafından, Balıkesir’e ise o sırada müfrezelere haber ve erzak getirmiş olan Yıldırım Câmii Hatîbi İmam Necmeddin tarafından getirildi. İmam Necmeddin son seferinde fark edilip Çağış’a kadar Yunan süvarileri tarafından kovalanmış, Çağış’da dağlara yönelince Yunanlılar takipten vazgeçmişlerdi.
27 Ağustos günü top sesleri devam etti. Gelen haberlerden, düşmanın kaçma hazırlıkları içinde olduğu öğrenildi. Bu arada köylerin tam olarak teşkilâtlandığı, daha önce belirtilen müfrezelere katıldığı, halkın galeyan hâlinde olduğu anlaşıldı.
30 Ağustos’da düşmanın Düvertepe’den (Çorum) çekildiği, karakolunu boşalttığı öğrenildi. Çekilirken bütün hayvanları almışlar ve yanlarında köyün ileri gelenlerinden birkaç kişiyi rehin olarak götürmüşlerdi.
31 Ağustos’da Sındırgı Müftüsü’ne ait bir sürüyü götürmek isteyen Yunan birliğiyle çarpışan millî müfrezeler düşmanı imhâ etmişler ve sürüyü geri almışlardı.
1 ve 2 Eylül günleri müfrezelere katılanları silâhlandırmak, teşkilâtlandırmak ve kaçan düşmanı takip etmekle geçti.
3 Eylül’de Sındırgı’ya doğru ilerleyen müfrezeler düşmanın kasaba etrafına kazdığı tel örgülü siperlerde karşılaştı. İki saat süren çarpışmadan sonra düşman bütün ağırlıklarını bırakarak geri çekildi. Düşman mevzîlerinde bol miktarda bulunan giyecek eşyası müfreze eratına dağıtıldı. O pejmürde, o parça parça olmuş elbiseler değiştirilince, müfreze nizâmî bir birliğe benzedi.
Aynı gün gelen raporlardan bütün müfrezelerin plânlandığı gibi görevleri başında olduğu ve yolların kesildiği öğrenildi.
Müfrezeler ilerliyordu… Porsunlar Köyü’ndeki düşman mevzîlerinden açılan yoğun makinalı tüfek ateşine rağmen yanlardan ilerleyen müfrezeler, atlara binerek, muhtemel bir katliâmı önlemek için, düşmanı o mevzîlerde bırakarak Sındırgı’ya hücuma geçtiler. Düşmanın, Sındırgı’da bütün ağırlıklarını bırakıp Bigadiç yönüne kaçtığı öğrenildi. Mevzîlerinde kalan ve büyük şaşkınlık içinde dağılan düşman askerleri, geriden gelen müfrezeler ve yolları tutan köylüler tarafından yok edildiler.
Sındırgı istikametinde dörtnala ilerleyen müfrezeler, yolları doldurmuş karşılayıcılar tarafından kucaklandılar. Herkes ağlıyor, birbirlerine sarılıyor, müfreze mensuplarının çizmelerini öpüyordu. Güçlükle kasabaya girildi. Sındırgı İşgâl Kumandanı Binbaşı Pipos, birlikte gelmek isteyen yerli Rumları da alarak Sındırgı’dan Gelenbe yönüne kaçmıştı. Yunanlılar’la beraber cezalandırılmaktan korkan, düşmana hizmet etmiş işbirlikçilerden Bahriyeli Ahmet, Kadızâde Hulûsi gibi hâinler de kaçmışlardı.
Sındırgı’ya büyük bir heyecanla giren müfrezeler âsâyişi sağlayıp gerekli önlemleri aldıktan sonra, kaçamayan Yunancıları topladılar. Çırılçıplak soyup eşeklere ters bindirdiler.. Üzerlerinde, “Ben bir vatan hâiniyim, bu cezâya lâyıkım. İbret alın!..” yazılı birer külâhı başlarına geçirerek çarşı-pazarda dolaştırdılar.. Yüzlerine tükürüldü, pislik sürüldü…
Bunlar, elinde silâhla müfrezeleri takibe çıkan Mumculu Hakkı Çavuş, pek çok kişiyi sürdüren ve dövdüren Talât Efendi, yalakalık olsun diye kiliseye gidip ellerini kaldırarak duâ eden, sokakta “Yaşasın Yunanistan!..” diye bağıran bu yüzden de Yunan Müftüsü diye anılan Gedizli Hoca ve Yunanlılarla beraber Türk köylerini basan başka serserilerdi.
Yunanlılar ile birlikte çok yakın işbirlikçileri hainlerin bir kısmı da kaçmıştı. İşgal yıllarında Balıkesir Belediye Başkanlığını yapan Damat Ferit’in Hürriyet ve İtilaf Partisi Balıkesir Şubesi reisi olan Halkın “Kikirik” diye andığı Giridî zade Muhittin Bey de kaçmıştı. Bu zat daha sonra Yunanistan’da öldü.
Hainlerin bazılarının kaçacak fırsatı olmadığından yakalandılar ve cezalandırıldılar. Önce hapsedilen bu ahmaklardan suçları ağır olanlar, kurulan askeri mahkemede yargılanıp idam edildi. Ama kısa süre sonra Ankara’dan gelen emir üzerine “zaferin şerefine” idamdan kurtularak, pek çoğu sadece hapsedildiler.
3 Eylül 1922’de yolları kesen müfrezeler Sındırgı’dan kaçmakta olan bir düşman grubuna Bigadiç’e yakın Karayokuş denilen yerde saldırmış, düşman dağılmış, götürmekte oldukları mallar alınmıştı.
Aynı gün Gelenbe kurtarılmış ve düşman Kırkağaç’a doğru kaçmıştır. Kırkağaç Rumları’nın da kaçma hazırlığı içinde oldukları bildirilmekteydi.
4 Eylül gecesi Bigadiç’e taarruz eden müfrezeler düşmanı kaçırmış, Mülâzım Kasım Efendi Müfrezesi Çağış’ta düşmana pusu kurması için gönderilmişti.
Eşkıyâ Recep kendini affettirmek için görev istemiş, ona da Çayırhisar’a gidip düşmanın durumunu öğrenme görevi verilmişti. Recep ve arkadaşları, kaçmak üzere Balıkesir İstasyonu’na toplanan Yunan askerleri arasına âniden girerek oradaki atlardan ikisini alıp geri dönmüşlerdi. Bunun üzerine nöbetçi Yunan askerleri, “Çetis!.. Çetis!..” diye bağırıp kaçışınca istasyon birden karışmış, başlayan panik yerli Rumlar’a da bulaşınca kaçma telâşı hızlanmıştı.
Müfrezeler 5 Eylül günü büyük tezâhüratla Bigadiç’e girdiler. Sındırgı’daki heyecan burada da yaşandı.
İbrahim Ethem Bey grubu müfrezeleri Sındırgı’da üç kola ayrılmıştı. Bir kol Balıkesir, bir kol Akhisar-Kırkağaç-Okçu yönünde ve bir kol da Dursunbey-Kepsut ve çevresine doğru ilerlemişlerdi. Kepsut 5 Eylül 1922’de kurtarıldı.
5 Eylül sabahı millî müfrezelerin keşif kolları Çayırhisar ve Ayşebacı köylerine ulaşmışlar, bütün çevre köylerin yolları kesilmişti.
Balıkesir Yunan Kumandanlığı 3 Eylül günü Balıkesir’in ileri gelenlerini tevkif ederek Mekteb-i Sultânî’nin (şimdiki Mühendislik Fakültesi) bodrumuna hapsetti. Bunların Yunanistan’a götürüleceği söylentisi yayılınca, mahpuslar tarafından yerli Rum ve Ermeniler’e: “Eğer bizi korumazsanız, Türk Ordusu geldiğinde biz de sizi korumayız” haberi gönderildi. Yerli Rum ve Ermeniler’in ileri gelenleri araya girince mahpuslar serbest kaldılar. Kumandan onları tekrar çağırarak:
-“Asker gelsin, tek kurşun bile atmadan şehri teslim ederim… Ama bunlar çete. Buradaki Rumlar’a bir şey yaparlar diye çekiniyorum” dedi.
Eylül başından itibaren İvrindi yolu çeteler tarafından kesildiği için, Ayvalık’a ulaşmak isteyen Rum ve Ermeniler buradan geçemeyince, gerisin geri dönüp trenlerle Bandırma’ya kaçtılar. İzmir’e giden tren yolunun da Saçlı Efe tarafından kesildiği duyuldu. Tren bulamayanlar at arabalarıyla Susurluk üzerinden Bandırma’ya ulaşmaya çalışıyorlardı. Bir süredir bu yolu koruma altında tutan Yunancı Dündüklü Davut Çetesi’nin Müslümanları öldüre öldüre Kirmastı’ya doğru çekilmesi, bu yolu da Rumlar için güvensiz kılmıştı. Bu arada Kepsut yolunun da kesildiği haber alındı.
5 Eylül sabahı Yunan Kumandanı Balıkesir ileri gelenlerini yeniden çağırdı. Bir yandan Yunan askerleri eşyalarını taşıyıp trene yüklüyorlar, öte yandan Kumandan evrakını yakıyordu. Kumandan:
-“Eğer gelenler askerse şehri teslim edeceğim…”
demişti. Arap Sadeddin Bey’i, gelenlerin kim olduğunu öğrenmesi için yolladı. Rumlar bir gece önce kaçmışlardı. 4-5 Eylül gecesi Balıkesir’e hâkim tepelerde çevre köyler ateşler yakmışlardı. Bütün tepelerde kum gibi ateş ışıkları gören Rumlar büyük bir paniğe kapılmıştı. Kepsut şosesinde oldukları söylenen birlikleri öğrenmesi için gönderilen Arap Sadeddin Bey kısa sürede geri gelip, “gelenlerin ordu birlikleri olduğunu” söylemesi üzerine Kumandan biraz düşünmüş, sonra:
-“Yalan söylüyor! Dün akşam ordu birlikleri haritanın şurasındaydı… Bu kadar kısa zamanda buraya kadar gelemezler!..”
demiş, sonra da yanındaki askerlere emir verip son trenle şehirden ayrılmıştı.
5-6 Eylül gecesi Balıkesirli Arnavut Aslan Ağa bir keşif koluyla Balıkesir’e girmiş ve şehrin sabaha kurtulacağı müjdesini ulaştırmıştı. Şehir bütün gece uyumadı. Her kapı tek tek çalınarak, sabah “karşılama”ya çıkılacağı bildirildi.
Olayların bundan sonrasını İbrahim Ethem Bey’in hâtıralarından aynen alıyoruz:
“..Bigadiç halkı ile vedâlaştıktan sonra sür’atle harekete başladık. Şoseyi tâ’kib ediyorduk. Şimdiye kadar dağlarda gezmiş, sıçan yollarını tâ’kib etmiş olduğumuzdan şose bize tuhaf geliyordu. Hareketimizi bir türlü düzenleyemiyorduk. Yolda birçok rapor aldım. En önemlisi Çağış’daki müfreze kumandanı Kasım Efendi’den geliyordu. Bu raporu iki süvari getirdi ve sözle de ‘Balıkesir yönünden silâh sesleri geliyordu’ dediler.
Raporda: “Piyade keşif kuvvetlerimiz Tepecik’dedir. Bir saatten beri Balıkesir’den silâh ve bomba sesleri geliyor. Düşmanın kasabayı yakması ve katliâm yapması muhtemeldir” deniliyordu. Hemen ve hızla harekete başladık. Hayvanları kuvvetli olanların dörtnal ilerlemesini, Kasım Efendi kuvvetlerine ulaşınca durmayarak derhal Balıkesir’e gitmelerini söyleyince herkes alabildiğine gidiyordu. Çağış başına çıktığımızda Balıkesir-Edremit şosesi üzerinde yangın alâmetleri, dumanlar görülünce daha da hızlanıyorduk.
Çağış’da durmayarak öğleden sonra Tepecik’e geldik. Keşif kollarımız hazır bekliyordu. Piyadeye ilerlemesini emrettikten sonra biraz dinlenmek için hayvanlardan indik. O sırada müfreze kumandanları Arap Ali Osman Efe, Recep Pehlivan ve Aslan Ağa’dan alınan raporda; Balıkesir’e girdikleri, binlerce Balıkesirli’nin tekbir sesleri, alkışlar ve tezahürat içinde kimsenin burnu kanamadan Belediye önüne geldikleri, yirmiye yakın kurban kesildiği, halkın şenlik yaptığı bildiriliyordu…
Rahat bir nefes aldık. Tepecik’den hareket ettik. Ağır ağır gidiyorduk. Çayırhisar yanındaki çeşmeye geldiğimizde köy ahâlisi önümüze çıktı. İnsanlar ne yapacaklarını, bizleri neyle memnun edeceklerini bilemiyorlardı. Kadın-erkek, çoluk-çocuk, asker karmakarışık olmuş, birbirlerinin boynuna sarılmış, durmadan ağlaşıyorlardı. Hareket için hemen düdük çalmak zorunda kaldım. Çünkü bağırarak söz anlatmak mümkün değildi.
Çayırhisar’dan hareket edince Balıkesir yönünden pek büyük bir kalabalığın gelmekte olduğunu gördüm. Askerlere, hayvanları sıkıştırmalarını, ara yere halkı sokmamalarını tenbih ettim. Yoksa kalabalığa karıştığımız takdirde askeri toplamak zor olacaktı. Halbuki durumumuz dağınık durmaya elverişli değildi.
Balıkesir halkı karşılamaya çıkmıştı. Kalabalık o kadar çoktu ki, şose yetmiyor, halk tarlalardan geliyordu. Büyük bir toz bulutu gökyüzüne yükseliyordu. İlk karşılaştığım grupta hep akraba ve ahbaplarım vardı. Beni soruyorlardı. Beni tanımamışlar, geçmişlerdi. Hattâ halaoğlum küçük İsmail bile “Dayım nerede?” diye soruyordu. Dağda kaldığımız bir buçuk sene traş olmadığımızdan sakalımız pek büyüktü. Dağ hayatının zorluğu ve sert tabiat şartları, görünüşümüzü değiştirmişti.
Artık kalabalığa karışmış ve yola koyulmuştuk. Hiçbir şey anlaşılmıyor, herkes gözyaşı döküyordu. Yürümek mümkün değildi. Hayvanların önüne yatan, hayvanların gözlerinden öpen, süvarileri öpmek için çekip hayvandan indiren… Karmakarışık gidiyorduk.
Evet… Ağlıyorduk!..
Güç-belâ yürümeye çalışıyorduk, fakat ne mümkün!.. Kalabalığın yoğunluğu gittikçe artıyordu. Tekbir sadâlarıyla şehre girdik. Belediye önünde kurbanlar kesildikten sonra halka nasihat şeklinde birkaç söz söyleyip dua ettik ve Belediye Dairesi’ne girdik. Bâzı merâsimlerden sonra derhâl işe başladık. Belediye’yi karargâh yaparak müfrezeleri hanlara bölüştürdük. Bu işle Aslan Ağa ilgilendi.
Biraz yemek yedikten sonra hemen bir rapor yazarak Garp Cephesi Kumandanlığı’na Balıkesir’in kurtuluşunu müjdeledim. Aynı gün Susurluk, Gönen, Balya da kurtuldular”.
Aydın AYHAN

Kaynak : Aydın AYHAN

YORUM YAP