Sözü dolandırmaya hiç gerek yok!
Ancak çok fazla aleniliğe de gerek yok!
Maksat, var olan “halkçı” yapılarda yer alanlar arası ilişkilere dair kimi “arızalar”ın yarattığı kaygıların giderilmesiyle ilgilidir.
Buna dikkat çekmektir.
Hepsi bundan ibarettir.
Muhatabı da adresi de bellidir.
Ben, sen o, siz, bizdir!
Hem herkestir hem hiç kimsedir!
Niyet “üzüm yemek”tir!
İlimizin, ilçemizin ve yakın çevremizin dahilinde, halkçı yelpazede yer alıp, toplumu ikna etme, yönlendirme amacında
ve iddiasında olan; sorumluluğu bulunan, bulunmayan bütün siyasi profillerin, bu yolda yalnızca yükselmeyi hedeflediği o pozisyonu ne yapıp edip elde etme peşinde yanıp tutuşanların, yetkiler, sorumluluklar da taşıyanların, öncelikle kendi içlerinde ve birbirileriyle olan ilişkilerindeki niteliksiz gerilimlerin, geçimsizliklerin en yaygını ve en başta geleni nedir diye düşünüldüğünde, neler akla gelmektedir?
Böyle bir soruya verilecek yanıt, elbet çok basit olup hemen de hazırdır!
En başta, “olmazsa olmaz” olup da ancak bir türlü hiç yaşanamayan “iç dayanışma”dır.
Buna, karşılıklı “sevgisizlik, güvensizlik, tahammülsüzlük” de eklenebilir.
İşin en kötüsü de bu durumların, dışarıdan da çok rahatlıkla görülüp,
fark edilebilmesidir.
Oysa normal yaşamda bile günlük ilişkilerdeki “dayanışma”yı aşındıran(sevgisizlik-güvensizlik-tahammülsüzlük) bu dört temel noktanın eşler, arkadaşlar, komşular ve iş ortakları arasında bile yarattığı sorunların, hedefe ortaklaşa yürüyebilmede en büyük ve en ciddi engel olduğu, bilinen bir gerçeklik değil midir?
Bu “sevgisizlik” içinde kiminle, hangi ortak yolculuğa çıkılıp da hedefe varılabilir?
“Güvensizlik” varsa eğer, kimlerle ve nasıl yan yana birlikte mücadele yürütülebilinir?
Hele “tahammülsüzlük” ortadayken ve neredeyse can yakmaktayken, hangi ortak amaca ortaklaşa ulaşılabilinir?
Bunun herhangi bir örneği var mıdır?
Hele bir de gönüllülük esasına dayalı ilerici-halkçı- toplumcu siyasi yapılarda, aynı ortak toplumsal hedefler uğruna, birlikte mücadele içinde bulunanların, çok sıradan, şahsi ve yapay gerekçelerle, birbirilerine nasıl diş biledikleri, birbirilerini nasıl yok saydıkları, “herkesin bildiği sır” değil midir?
“Kavgalı eve kız vermezler.” sözüyle, toplumdaki geleneksel yerleşik yargı varken, sürekli iç sürtüşmeleriyle de toplumun zaten soğuk bakan kesimlerini, neler yapıp etseler de bile ikna edip, yanlarına çekebilmedeki engel nasıl, nasıl fark edilemez ki?
Günlük yaşamda, en yakın çevrede, sıradan insani sosyal ilişkilerde bile, birbirilerine karşı, göstere göstere, nasıl diş gıcırdatarak kurulduklarını, bir de dışarıdan izleyenlerin gözüyle bakıp da nasıl fark edemezler, nasıl göremezler?
Ah, bir fark edebilseler ve ah bir idrak edebilseler!
Zorunlu “birlik-bütünlük” ortamlarında dahi gözler kuşkulu, suratlar kasılmış, gülüşler zoraki ve de samimiyetsiz; bakışlar ifadesiz, ifadeler mutsuz!
Amansız rekabetlerin bitmeyen kuyruk acıları ve husumetleri yüzünden, her adımda bir çelmeleme; her adımın ardında bir hesap, her sözün ardında bir maksat!…
Bu hengame içinde olanların ezeli-ebedi rakibi, hiç en baştaki siyasi iktidar güçleri olabilir mi?
Buna, ne zaman kalır, ne de enerji?
Ne moral kalır; ne şu, ne bu!…
O halde, birlikte yürünebilecekse aynı hedefe; peki nasıl olur da dolup taşabilir insan, böylesine iflah olmaz bir iç rekabet duygusu ile?
Böylesine diş bileyerek yanındakine?
O ona yakın, şu şuna uzak, falan filan; bir yandan giden, bir yandan kalan!
Dibi delik kab gibi; üstten doldurup, akması gibi alttan!
Halkçı ve toplumcu düşüncenin iç yasasının
en başta geleni, içerde “dayanışma” değil midir?
Demokratik değerler ve ilkeler geçerli olmadan aynı amaca nasıl yürünebilir?
Cemaat-tarikat-rant sarmalından; otoriter, baskıcı bir kuşatmadan, yedi gün yirmi dört saat süren demagoji ve yalanlardan nasıl kurtulunabilinir “dayanışma” olmadan?
Sorumluluk üstlenen bütün sevgili faniler, sorumluluklarının gereğini tereddütsüz yerine getirmelidirler.
Emeği, yüreği ve enerjisiyle, şu veya bu nedenle kırgın, dargın, bıkkın ve algın nice insan, neden atıl durumda kalır?
Her birinin laik-demokratik Cumhuriyet için yanıp tutuştuğu ortadayken, neden dışarıda ve neden uzakta?
Kongre rekabetlerinin öfkesiyle, kiniyle; kişisel beklentilerin hesapkarlığı ve bencillikleriyle, çekememezlik, kıskançlık ve hırslar ile davranmanın artık yeri olmamalı vicdanlarda.
Ortak hedefleri öne çıkarmadan, ha baba, de baba kaynar kayış kakışıp, kuşku, nefret, güvensizlik içinde, durmadan itişerek nasıl varılabilir birlikte
ortak hedefe?
Ne iyi olur?
Yarından tezi yok, nisan 1’e kadar ne varsa bütün hesaplar, toptan yok hükmünde olur.
Olur mu olur!
Yetti artık, yetsin artık!
Bu ne “sevgisizlik” ah!
Bu ne ızdırap!…
Değişmezse eğer kafalar;
hep birlikte düşülür harap!…