(Biz daha ilk gün adını”Güdük” koyduk, Güdük kaldı.)
Edebiyatçılar olağanüstü insanlardır, istemeye görsünler, canlı cansız tüm nesnelere can verir onları dillendirir. Bunu yaparken sizi de o muhteşem kurgu evrenine çekerler, çekerlerde oradan bir daha çıkmak içinizden gelmez isteseniz de bunu yapamazsınız. Hayvanlar âlemi de edebiyatçıların ilgi alanındadır. Sanki kediler mırıl mırıl halleri, pala bıyıkları ile onlara bizim görmediğimiz öteki evrendeki ilham perilerini tutar yakalar yazarların önüne koyar gibidir. Öyle olmasaydı tüm gerçek edebiyat ehlinin (hepsinin olmasa bile epey çoğunun) bir kedisi olur muydu?
Aynı savı Bilge Karasu içinde öne sürebiliriz. Edebiyatımızın en önemli öykü ve deneme yazarı olmasının yanı sıra kediler başta olmak üzere hayvanlarla muhabbeti de ilgi çekicidir. Öykülerinin çoğu hayvanlar etrafında kurgulanmıştır. Günümüz ile geçmiş arasında gelgitlerin olduğu bir sarmal anlatım içinde yine masalcılığını öne çıkardığı olaylar anlatılır. Hayvanlarla konuşur dertleşir, onlara türküler, şarkılar söyletir. Kediler, kirpiler, yengeçler, köpekler, kertenkeleler öykülerinde yer verdiği hayvanlardan bazılarıdır.
Öykülerinde bilinç akışı yönteminin sınırlarını zorlar bir şekilde, bugün, dün, yarın arasında okuyucuları gizemli bir yolculuğa çıkarırken, onları ne dünde bırakır ne yarına ait sürekli düşler yaşatır. Bir gözümüz ile rüya görürken diğer gözümüz hep bu günün gerçeğine açıktır. Pek çok öyküsünde, o öyküde geçen hayvanların isimlerini açıklıkla söylemesine karşın, Bir Ortaçağ Abdalı isimli öyküsünde bir dervişin kuşağındaki hayvanın cinsini ve adını açık etmez ama en sevdiği hayvanın kedi olduğunu bildiğimize göre muhtemelen kedidir demek geçiyor insanın içinden. Başta da söylediğim gibi, hem bu hem de öteki âlem ile en iyi iletişimi kedilerden başka hangi çanlı sağlayabilir.
Bu yazımda onun öykülerinde sıkça yer verdiği kahramanlarından iki kediden söz ettiği (Narla İncire Gazel) kitabından bir öyküden (Hayvanlar Kitapçığından) çıkarımlar yapmak istiyorum. Öykü şöyle başlıyor: (Sık ve uzun geziler yaptığını pek çok öyküsündeki anlatımlarından çıkarmak mümkündür). “Lokantaya ilk gittiğimiz geceydi. Ortalıkta gezen üç kediden en küçüğü, en sıskası bir tekir bizi seçti diye sevindik. Bir lokma Refikten, bir lokma benden, besledik onu. (Doğrusunu isterseniz, bu yaşıma geldim, lokanta kedilerini gerçekte kim besler, öğrenemedim)”.
Kedi onları seçti diye önce sevinirler ama hayvanın bir kusuru vardır; okşandıkça yellenir hayvan. Kokudan rahatsız olup sadece beslemekle yetindikleri hayvanı bir daha kucaklarına alıp sevmezler.
Karşı lokantanın kedisi öyle midir ya, görmüş geçirmiş ve yatacağı kucağı kendi seçecek kadar onurlu ve kendi avının avcısı bir kedidir. “Sahibinden yiyecek isteyen her kedi gibi miyavladığını işittik bir iki kez, işittik ya, Güdük’ ün avcılıkla karın doyurmaktan hoşlandığını düşünmek bana daha uygun gibi geliyor. Bağımsızlığın, özgürlüğün tadını iyice çıkaran kedilerden biri diye gördük onu hep. Canı hafif hafif sevilmek istediği zaman Refık’ e yüz verir, rahatça uyumak istediği zaman da ya benim kucağıma yerleşir ya da aramıza kıvrılırdı.” Diye anlatılan bu hayvan ötekinden farklıdır ama yinede içlerinde bir merak belki de alttan alta acıma duygusu ile: Biraz perhiz ve iyi beslenmeyle hayvanın (osuruklunun) rahatsızlığından kurtulup kurtulmadığını merak eder. Yazar şöyle der: “Kış aylarında daha az lokanta yemeği, daha çok av eti (kurbağa, kertenkele, sıçan?) bağırsaklarını düzeltmiş midir?” Nede olsa o, hayvan özellikle de kedi dostudur.
Öykü şöyle biter: “Güdük daha çok anlatılmaz. Bir yaşama yolu o. Osuruklu’ yu başka kılan, yalnızca bir sağlık bozukluğu muydu?” Burada bir soru işareti, düşünme payı bıraksa da aslında yazar sorunun cevabının ayrımındadır: Osuruklu ekmek elden su gölden rahat bir hayat sürmekten sağlığından olmuştur. Diğer kedi ise kendi işini kendi gören onurlu ve sağlıklı bir kedidir. Eğer sağlığına kavuşmak istiyorsa Osuruklu da kendi yemeğini, kendinin hak etmesi gerektiğinin bilincine çabucak varması gerek demektedir Karasu.
Acaba yazarımız bu öyküsünde günümüz insanının içinde bulunduğu duruma bir göndermede mi bulunur diye sormaktan kendimi alamıyorum.