1. Haberler
  2. YAZARLAR
  3. AYVALIK’TA BİR AŞK BALKONU          

AYVALIK’TA BİR AŞK BALKONU          

featured

Güneşli bir Mayıs sabahında denize bakan bir balkondayım. Mavi suların üzerinde sabah gezintisine çıkmış gibi duran adalara bakıyorum.   Pürüzsüz bir çarşafa benziyor deniz.  İrili ufaklı su kuşlarının yaşama sevinci dolduruyor havayı.  Gecenin bir yarısında balığa çıkan sandallardan yansıyan uykulu karaltılar ilişiyor gözüme; dünya sahnesindekilerin binbir çeşit yaşama telâşından biri bu, diyorum kendi kendime.  Üç ihtilâlin kirli çarklarından ve ölüm tezgâhlarından yaralı kurtulan birinin hikâyesi benim telâşımsa. Telâş dediğime de bakmayın, akarına bıraktığım ömrümün ardı sıra gidiyorum aslında.

Irmaklarını tüketen bir şiir deniziyim uzun zamandır. Kimileri çok yazdığımı söylerken, su içinde olanın sudan başka anlatacağı ne olabilir ki, diyemiyorum. Desem de anlamazlar. Dergiler, kitaplar dolusu bir şiir okyanusu var ardımda. Beğenilme kaygım yok. Yazıp geçiyorum. Öyle ki bütün kımıltıların şiir yüzünü görüyorum. Bir taş parçası bile şiirce sesleniyor bana. Belki deliliğin bir çeşidi bu. Böyle tükenecek ömrüm, biliyorum. Hatırı sayılır bir çevrem olmasına rağmen, bir iki dosttan başka dertleşeceğim kimsem yok. Sıcak gülümsemelerle geçiyorum yolları.

Bir satranççının derin düşlerine dahildir gecem gündüzüm. Dizeler ve kareler arasında çoğalıp eksilirim. Şu an bir köşesinden gözüme ilişen dünyanın kımıltılarını kesip biçiyorum. Beni Ayvalık’a sürükleyen turnuvanın üçüncü ve son günü bugün. Bir rastlantı sonucu, daha çok beynimi, düşlerimi-düşüncemi terletmek için savruldum Ayvalık’a. Bir anda turnuvanın ortasında buldum kendimi. Ülkenin çeşitli yörelerinden gelen kırk kadar oyuncu ile geçti üç gün. Muhteşem maçlar izledim. Muhteşem insanlar tanıdım.

İçlerinden birinin oyunlarını izlerken kimi zaman kumsalında, kimi zaman kayalıklarında buldum kendimi. Onun boynunu okşayan Ayvalık rüzgârı oldum günlerce. Her hamlesinde titreşen kirpiklerinin gölgesini izledim. Şiirden sonra satranca dahil olan ömrümde, böylesi derinlik ve derinlikteki güzelliği görmemiştim. Alaca şafakların meltemi gibiydi. Sessiz ama gürültülü, kayaları delip geçen yalnız bir su gibiydi. Her maça finali onunla oynamak niyetiyle çıktım. Dört rakibimi mat edip onun finalist olmasını bekledim. Biliyordum onunla karşılaşacağımı. Aksi olması olası değildi. Bu akışı hissediyordum. Bu sıcak, fırtınalı derinliğin içinde erimek istiyordum.

Dördüncü maçını oynuyordu. Bir karınca sessizliği vardı masanın etrafında. İzleyiciler pür dikkat kesilmişlerdi. Rakibini yeneceğinden emindim. Ama içim titriyordu yine de. Ola ki ters bir hamlesi oyunu bitiriverirdi. Uçurumun kenarında gezinen bir periye benzettim; her hamlesiyle rakibini savunmaya itiyordu. Böylesi geriye çekilişlerin oyunun sonunu getireceğini biliyordum. Ama turnuvaya katılan oyuncuların puan durumlarını göz önüne getirdiğimde, bir ürperti geçiyordu düşüncelerimden. Hepsi ortalamanın üzerinde ve deneyimli oyunculardı. İşin bu tarafı tedirginliği dayatıyordu. İlk çeyrek saat geçtiğinde, Düş Güzeli’min oyuna ağırlığını koyduğu görülmeye başlamıştı. Bir at üstünlüğüyle oynuyordu. Önemli bir avantajdı bu durum. Her hamlesini tartıyor, gözlerinin gölgesi içinde eritiyor ve sonra taşa tereddütsüz dokunuyordu. Finalde rakibim olacağına iyice inanmıştım. Oyunu bırakıp onun inceliğini, omuzlarından beline doğru savrulan saçlarını, tenindeki bronzluğu seyretmelere dalıyordum. Bernini’nin heykellerinden çıkıp da gelmişti sanki. Duru, sessiz, sıcak bir su gibi akıyordu.

Vücudunda gezinen gözlerimin ağırlığını hissetmiş gibi, başını kaldırıp bana baktı; gülümsedim. Ilık bir ırmağın sularına girdim onun gülümsemesiyle. Oyuna döndüm yüzümü; bir piyon hamlesiyle rakibinin gardını iyice düşürdü. Arkadan vezirle dağ kartalı gibi bütün karelere hakim oldu ve kuşattığı şahı ait olduğu kareye hapsetti. Yani mat etti. Usulca bana baktı; kirpiklerenin gölgesi bile gülümsüyordu. Bunu yalnız ben gördüm. Bir bayram sevinci yaşadım. Karşılıklı oturup birbirimizin düşünce dehlizlerinde dolaşmaya hazırdık.

Final maçının başlama saatine kadar etrafında pervane oldum. Hayata dair uzun boylu konuştuk. Aklımdan geçenler söze döküldüğünde, sözün sonunu o tamamlıyordu. Teninden yükselen buğuyla sarhoş oluyordum. Sabah içkilerine alışkın birinin içmeden sarhoş olmasıydı bu durum. Nice kentlerden, uçurumlardan, ölümlerden savrulup da gelenin, ömrünün son virajlarında aşkı aramasına şaşırıyordum. Sorarsam yanıt veriyordu. Maskelerin uzağında bir yaşamı aradağını anlıyordum. Benim de aradığım ve asla bulamadığım bu değil miydi? İçlendim, hüzünlendim. Ömrüm sonan ererken mi karşıma çıkacaktı aradığım?

Final maçına çeyrek saat kala, edebiyata dair bir konuşmanın içindeydik. Konu buraya nasıl evrildi, anımsamıyorum ama onun okuyan ve yazan biri olduğu gerçeği çıktı önüme. Bir şiir delisi idi. Şiirlerimi okuduğunu ve beni tanıdığını anladım. Yüreğim terliyordu. Heyecanımı dışa vurmadan gözlerindeki sözleri anlamaya çalışordum. Kitaplarımdan dizeler okurken dudaklarına baktım; nar gülleri uçuşuyordu .

Savruk bir adamdım. Şiirde olsun, satrançta olsun disiplinden uzaktım çoğu zaman. Bu savrukluğun ömrümün maçını kaybettireceğinden korktum. Oyunu berabere bitirmeyi istiyordum. Güçlü bir rakipti ama ben de ondan aşağı değildim. İstedim mi beynimin bütün karelerini oyuna dahil edebiliyordum. Geçen yıl bir turnuvada bunun farkına vardım; tipine bakarak içten içe küçümsediğim bir rakip az kalsın beyin kanaması geçirtiyordu bana; çantada keklik gördüğüm adam beş altı hamle sonra iki önemli taşımı alınca, tenimde karıncalanmalar başlamıştı. Düş ve düşüncenin dehlizlerinde kaybolmuştum. Altmış dört karenin içinde dolaşıyordu beynim. Oyunu aldım ama o gecenin sabahında yataktan kalkamadım; başım bir fırıldak gibi dönüyordu.

Birbirimize başarı dileyerek tokalaştık. Avucu sımsıcaktı. Taş seçiminde beyazlar onda kaldı. Az da olsa bir avantajdı bu durum. İlk hamlesini yaparak oyunu başlattı. Birbirimizi sınıyorduk. Önceki oyunlarında yaptığı atakları biliyordum. İlerleyen hamlelerin ne getireceğini iyi hesaplamak gerekiyordu. Ben, yedi sekiz hamle sonrasını görebiliyordum ama onun ufkunun ne olduğunu kestiremiyordum. Oldum olası savunmayı sevmedim. Atak oyunlarda başarılı oldum. Şimdi ise, derin bir suyun içinde boğulmak istemiyordum. Gerçekten derin, sıcak, isterse boğacak güce sahipti  o. Oyundun uzaklaşıp yüzüne, gözlerine baktığım an farkediyor ve gülümsüyordu. Bir şiir ırmağı gibi dökülüyordu ömrüme. Zaman saatine basmayı unuttuğum anlarda, anımsatıyordu. Kaybetme, der gibiydi bu tavrıyla.

Ordusunu sevgiyle komuta eden dişi bir generale benzettim. Üstüme üstüme geliyordu. Her hamlesinin arka planı vardı. Rastgele oynamıyordu. Bunun farkındaydım. Rok yapmasını bekliyordum. Bundan sonra atağa geçecektim. Ters rok yapıp onun şahına saldıracaktım. Çoğu zaman başarılı olduğum bir tarzdı bu. Birbirimizi tartıyorduk. Rok’unu yaptı. Ben de ilk fırsatta ters rok yaptım. Başını kaldırıp meraklı ve sıcak bir bakışla baktı gözlerime; gülümsedim. Sözsüz konuşuyorduk. Neler anlatmıyorduk ki birbirimize. Oyun bir bahaneydi aramızda. Denizi arayan iki ırmağın aşk dolu deltaları haline gelmiştik. Bu akışı hissettikçe, coşuyordum. Yeni yetme bir delikanlı uyanıyordu içimde.

Rok yaptığı taraftan saldırıya geçtim. O kanadı zayflatmak, bütün ilgisini o kanatta tutmak istiyordum. Böylece benim şahım emniyette kalacaktı. Biraz başarılı oldum ama hiç ummadığım hamlelerle kendi şahımı savunur pozisyona düştüm. Karşılıklı bir kaç piyon kırımıyla maç devam ediyordu. Aslında kalan ömrümce sürmesini isterdim. O, hep önümde otursun ve gülümsemesiyle doldursun kalan günlerimi. Böylesi anlık düşlere dalıyordum. Bir saatlik bir oyuna neler sığdırmıyordu ki aklım.

Sözsüz bir antlaşma yapmıştık sanki. O da beraberliğe razı oyun sergiliyordu. Üstüme gelmiyordu. Bu durum hoşuma gitti. Oyunu piyonlara bırakmayı düşündüm. Anladı sanki. Dezavantaja düşmeden karşılıklı taş kırımları yapıyorduk. Oyunun sonunda birer fil ve birer şah ile kalakaldık. Yani içsel bir antlaşmayla berabere bitirdik oyunu. Yüzüne baktım, ‘”tamam” der gibi gülümsedi. Elimi uzattım, tokalaşmak için. Avuçlarıma aldım o sıcaklığı sonra. Nar gülleri çiçek açtı yanaklarında.

Şimdi, Ayvalık’ta bir aşk balkonundayım. O, içerde uyuyor. Sakin bir denizin suları dalgalanıyor yüzünde.

Bülent GÜLDAL

 

0
sevdim_bunu
Sevdim Bunu
0
_ok_sevdim_bunu
Çok Sevdim Bunu
0
g_ld_rd_
Güldürdü
0
karars_z_m
Kararsızım
0
bu_ne_bi_im_bi_ey
Bu Ne Biçim Bişey
0
k_zd_rd_n_z_beni
Kızdırdınız Beni
AYVALIK’TA BİR AŞK BALKONU          
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Balikesir24saat ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!