AVUKATLAR OLMASAYDI
Tarih sayfalarını çevirenler bilir.
İnsanlık tarihi; hukuksuzluk, haksızlık ve zulümle şekillenmiştir.
Kin, nefret ve iktidar hırsı; kimi dönemlerde insan onur ve haysiyetini ayaklar altına almıştır.
Hitler, Mussolini, Stalin ve benzerleri şimdi toprak altında kuru bir iskelet.
Tarihin karanlık dönemlerinde; engizisyon, işkenceler, köle pazarları ve insanlık dışı uygulamalar karşısında avukatlar direnmiştir.
Kolay değildir haklıyı savunmak.
Bilgi, beceri ve birikim gerektirir.
Avukat gücünü; yasalardan, bağımsız olmaktan, gördüğü öğrenim gereği objektif düşünce kurallarını bilmekten ve savunma yetkisinden alır.
Çoğu kimse hukuk bilgisini, elde etmenin ne denli zor olduğunu anlayamaz.
Kimi yasalar üç cümledir fakat bu üç cümle onlarca kavramı içinde barındırır ve onu anlamak için yüzlerce sayfalık kitapları okumak gerekmektedir.
Avukat her savunma hazırlığında başta Anayasa ve kanunlar olmak üzere içtihatlar, Mahkeme ve Yargıtay kararlarını, uluslararası sözleşmeleri ele aldığı her olaya göre yeniden inceler ve savunmasına dayanaklar arar.
Zor bir araştırma serüveni vardır avukatın.
Uzun çalışmalar sonunda savunmasını birkaç cümleyle yapar ama o birkaç cümle aslında yüzlerce sayfalık kavramı karşılar.
Müvekkil bunu bilmez anlatsan da anlayamaz zaten.
Bu bakımdan kimi müvekkiller; avukatın birkaç cümlelik savunma mantığını, mahkeme sürecini ve cümlelerin ardındaki hukuki derinliği idrak etmeden kendisinin sadece birkaç cümleyle savunulduğunu zanneder.
Avukatın adalete erişimdeki çabası, bir işçinin alın teri kadar kutsaldır.
Bu meslek olmasaydı; zulmü kendisine hak gören güçlüler, çeteler, Orta Çağ’da olduğu gibi dinî kimliğe bürünmüş çıkarcı zorbalar, siyasi gücü şımarıklık noktasına getirenler insanın en kutsal hakkı olan yaşama hakkını ve hak arama özgürlüğünü bencil hırslarının zincirine tutsak edeceklerdi.