“Muhammed Mustafa Peygamber olmadan önce, ulusun saygısını ve güvenini kazandı. Ondan sonra kırk yaşında “NEBİ” oldu ve kırk üçünde “RESUL” oldu, kitap sahibi oldu. Alemin kıvanç duyduğu “EFENDİMİZ” ucu bucağı olmayan tehlikeler içinde sonsuz dert acı ve zorluk karşısında yirmi yıl çalıştı ve İslam dinini kurmak olan “YALVAÇLIK” görevini başladıktan sonra alayı illiyuna erişti.
Kendisinin yetiştirdiği bütün Müslümanlar ve özellikle “SAHABE”ler Peygamberimizin sohbetine erişen ve nail olanlar bir çok gözyaşı döktüler. Fakat, insanlık iktizası olan bu acınma ve dövüşme halinin devamının faydasız olduğunu idrak eden aklı başındakiler, peygamberimizin arkasından ağlamak değil, ümmetin işlerini Yar-u garı ile Fahri kainat Efendimiz Peygamberimiz, Mekke’yi terke mecbur oldukları zaman Hazreti Ebubekir ile birlikte bir mağaraya saklanmışlardı. Onun için Hazreti Ebubekir’e “MAĞARA ARKADAŞIM” derdi, onun “YAR-U GARI” idi.
Peygamberimiz Efendimiz, hazreti Ebubekir’den şahsen hoşlanırdı ve en son nefesini yaşarken, Ebubekir’in kendisine “HALEF” olacağını türlü suretlerle belirtmişlerdi. Buna göre toplanıp resmi surette bir seçim yapmaktan başka bir iş kalmamış olduğuna hüküm olunabilirdi. Halbuki seçim o kadar basit olmadı, tersine mesele çok konuşmalar, tartışmalar ve esaslı anlaşmazlıklarla karşılaşıldı.
Seçimde birbirinden ayrı üç görüş sürüldü.
Bu görüşmelerden birisi, halifelik makamını hak etmek, ümmetin işlerini görebilmek için, kudret ve yeterliğin kolaylaştırılması idi; buna göre halifelik makamı en kuvvetli, en nüfuzlu ve en olgun kavmin olacaktı, bu görüş cumhur sahabenindi, sahabe topluğunundu.
İkinci görüş, bugüne kadar İslamın zaferi için hizmet eden kavmin, halifeliği hak etmiş sayılmasaydı. Bu “ENSAR”ın görüşüydü. Fahr-i Kainat Efendimize yardım eden Medine halkına “ENSAR” denirdi.
Üçüncü fikir ise, akrabalık kudretinden yana olanlardı; bu da Haşimi’lerin görüşüydü.
Bu üç görüş üzerinden birinin oy birliği ile tercihi suretiyle seçimi sonuçlandırmak mümkün olmadı; sonunda dağılma ve dağınıklığın derhal önüne geçmek lüzumuna inanan Hz. Ömer’in gayreti ile Hz. Ebubekir’e biat olundu. Görülüyor ki ilk halifenin seçiminde, halk eğiliminin doğal birleşmesinden ziyade kişisel etki, biçimi saptanmıştır.
Efendiler, bu muhalefet ve tartışmaların yersiz olduğunu sanmayalım. Gerçekte, halifelik kurumu, İslam milletlerince en büyük maslahattır. Çünkü efendiler, peygamberin halifeliği, İslamlar arasında din vazifesi gören bir emirliktir. Emirlik ise, Tanrı’nın bir sır ve hikmetidir ki, kurulması daima satvet ve kudret şartına bağlıdır. Asıl maksadı her türlü fesadın ortadan kaldırılması, beldelerinin huzur ve güveninin korunması, savaş işlerinin düzenlenmesi, kamu işlerinin iyi yürütülmesidir. Bunlar dahi ancak satvet ve kudrete bağlıdır. Tanrı’nın kuralı bu veçhile akıp gitmiştir.
Anlattığım üç görüşten, kuvvet ve nüfuzu olan kavmin, milletin halifeliğin varisi olması görüşü, diğer fikirlere tercih edilmesi ve üstün olması tabiidir.
Hazreti Ebubekir’in etki kullanarak, Halifeliği alması isabetli olmuştur. İşte bu suretle Peygamberimizin, ölümünden sonra halifelik adı ile bir İslam Emirliği kurulmuştur.
Fakat efendiler, Peygamberimiz ölümü ile derhal her tarafta döneklik başladı, gericilik ve ayaklanma hareketi başladı. Hazreti Ebubekir bunları ortadan kaldırdı ve duruma hakim oldu. Bir yandan da emirliğin sınırlarını genişletmeye savaştı. Ebubekir, son demlerine yaklaşınca kendi seçimindeki güçlükleri hatırladı ve hazreti Ömer’i vasiyet mektubu ile kendisi seçti ve millete sundu.
Hazreti Ömer’in halifeliği zamanında, İslam ülkesi olağanüstü genişledi, servet çoğaldı. Halbuki bir milletin içinde servetin ve zenginliğin oluşması, halk arasında toplumsal rahatsızlıkların doğmasına ve bunun da, ihtilaf ve fitnenin çıkmasına sebep olması, bu fesat dünyanın icaplarındandır. İşte bu nokta, Hazreti Ömer’i düşündürüyor ve korkutuyordu.
Bir de Hazreti Ömer, hatırlıyordu ki; Peygamberimiz, sırlarını söylediği sahabelerin ileri gelenlerine şöyle demişti:
“-Ümmetin düşmanlarını yenecek, Mekke’yi, Medine’yi, Yemen’i, Kudüs’ü ve Şam’ı alacak, İran hükümdarlarının, Roma Kayserlerinin hazinelerini paylaşacak, fakat ondan sonra, aralarında fitne, ihtilal ve nefse düşkünlük başlayacak, geçmişteki hükümdarların yoluna gireceklerdir”.(devam edecek)