Yıl 1891
İzmir-Buca’nın Kızılçullu bölgesinde bir okul açılıyor. AMERİKAN KOLEJİ…
Misyonerlik faaliyetleri ile bilinen bu okuldan tek bir Osmanlı Türk’ü mezun olur…
ADNAN MENDERES…
1923…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur…
Atatürk’ün ilk işi bu kolej binasını satın almak olur.
Ve emperyalizme nispet yaparcasına bu binayı KÖY ENSTİTÜSÜ yapar… Atatürk devrimlerinin Ege bölgesinde ışığı olur…
14 Mayıs 1950 seçimleriyle ülkede iktidar el değiştirir…
Adnan MENDERES iktidara gelir.
Köy Enstitüleri kapatılır…
Ve bina ve arazi yeniden ABD’ye satılır ya da geri verilir….
Bir şey daha yapar…
Kızılçullu ismi ABD’lileri rahatsız etmesin diye adı değiştirilir ve ŞİRİNYER yapılır… (sayfa 129)
Aydınlı toprak ağasıydı.
Atatürk ile ilk tanıştığında ortaya koyduğu farklı düşünce anlayışı ile hemen gözdesi olmuştu.
Halk Evlerinin başkanı olmuştu. Atatürk yaşasaydı nasıl bir tablo ortaya çıkardı bilmiyorum.
O birkaç yıl içinde Atatürk’ün gözdesi, prensi olmuştu. İnönü’nün “Çiftçiyi Topraklandırma Yasası”nı çıkartırken ortaya koyduğu muhalefetle ülkenin gündemine oturmuştu. İsmi artık bilinir olmuştu.
CHP den ayrılan ilk dört kişinin içindeydi.
Adnan Menderes ve Fuad Köprülü’nün Vatan gazetesinde yayınlanan makaleleri, CHP içinde homurdanmalara neden olmuştu. Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü, parti disiplin kuruluna verildi. 21 Eylül 1945 tarihinde partiden ihraç edildiler. 2 Aralık’ta Celal Bayar partiden istifa etti.
7 Ocak 1946 günü dört takrircinin önderliğinde Demokrat Parti kurulmuş oldu.
Halk tarafından çok sevilmişti.
14 Mayıs 1950 seçimlerini kazandığında cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü mecburiyeti olmamasına karşın koltuğunu bırakmasaydı nasıl olurdu hikaye yine bilmiyoruz. Çünkü Celal Bayar işin mutfağında pişmiş çok iyi örgütçüydü.
Halkı parayla tanıştırdı. o güne kadar bırakın dönemin siyasilerini CHP’li yöneticilere yaklaşabilmek ve derdini söyleyebilmek bile meseleydi. Dikkate alınmayan halk artık sözünün geçtiğine inanıyordu. Buna inandırmıştı. İçini tam doldurmasa da “Yeter Söz Millet’in” diyerek Tek Parti Dönemini yıkıyordu.
Ancak yanıldığı nokta Tek Parti dönemiyle birlikte Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Devleti’nin de yıkılacağını düşünmesiydi. Bir ideolojisi yoktu. Atatürkçülüğünde ne olduğunu sanırım bilmiyordu. Öyle olunca siyasal İslam’a sarıldı ve onları bayrak yaptı. Yanında çok akıllı insan vardı. Yönetemedi. Birer birer terk ettiler.
Türkiye’nin Kıbrıs’ın geleceği konusunda söz sahibi olması kuşkusuz DP’nin dış politik zaferiydi. İngiltere’den gelen davet bu açıdan çok önemliydi bu nedenle kabul edilmişti. O toplantıda Yunanlıların tüm tezleri hukuksal yanıyla da olmak üzere her nokta da çürütülmüştü. İngiltere ve Yunanistan ve Avrupa ülkeleri şaşkınlık içindeydi.
İşte böyle bir ortamda 6-7 Eylül olayları(kışkırtması) yaşanır. Zafer, hezimete dönüşür.
1957 yılında yapılan seçimde seçim sistemi içinde oynadı. CHP 12 bin oy daha alabilseydi karşılığında 121 milletvekili fazladan kazanacaktı ve belki de süreç çok farklı gelişecekti.
1957 yılında Irak olayından sonra ABD ile ilişkiler bozulur. Devalüasyon olur. Dolar 2,5 liralardan 9 liraya çıkar. Üstüne bir de Irak’ta yapılan darbe gelince siyaset “beyaz devrimi”ni sürdürebilmek için halkın cepheleşmesinden medet umar hale gelir.
12 Ekim 1958 “Vatan Cephesi” kurulur.
1958 yılında dış borçları ödeyememesi nedeniyle MORATORYUM ilan eder. Osmanlı da 1881 yılında ilan etmişti. Artık ABD ve Batıyla ipler kopmuştur.
Yüzünü Sovyetler Birliğine döner. Ve bu dönmesi ve onunla yani Sovyet Sosyalist Birliği ile ülke adına büyük sanayiye dönük atılımlar atması sonun başlangıcı olur.
İnönü, idamı durdurmak için çok büyük çaba sarf eder. Ancak asılmaları da bir ABD projesidir. Böylece halkımız bu asılma olayından CHP’yi sorumlu tutacak ve intikamını ondan almaya çalışacaktır. 1960 darbesi sözüm ona demokrasi adına özgürlüklerin önünü açmış bir anayasaydı. Ancak bu anayasa da sıfır kuvvetinde bir madde vardı. O da gerektiğinde askere müdahale yetkisi vermesiydi. O madde ile ondan sonra her on yılda bu ülkenin canavar gibi çocukları gençlik heyecanları nedeniyle biçildiler.
Zehirimiz ABD dir…
Bu topraklarda bizi yok etmek adına her olanağı kullanıyor. Kürtleri çok mu seviyor, hayır! Yarın onları da Ermenilerle yok edecek. Ermenileri çok mu seviyor hayır! Onun ilacı kendi şirket gücü adına, halkı demedim, buraya dikkat edin, ülkelerin zenginliklerine “demokrasi adına el koymak ve yok etmek”
Nefret ettiği iki isim; Atatürk ve Hazreti Muhammed’dir. Hem bizden hem bu iki isimden kurtulmak istiyor.
Sayın Menderes’i güzel bir anıyla analım…
‘‘Bu bardağı yıkayacak olan görevli de burada mı?”
“Bu yazı vesilesiyle Vefa Zat’ın Gusto dergisinde yayımlanan unutulmaz bir anısını nakletmek isterim…
‘‘50’li yılların sonlarında, İstanbul Hilton’un Roof Bar adlı gece kulübünde bir kokteyl parti veriliyordu. Davette (Adnan Menderes) herkesle tek tek ilgilendi. Sonra misafirleri kapıda kendisi uğurladı. Misafirler gitmiş, salonda yalnız Adnan Menderes ve Başbakanlık mensupları kalmıştı. Menderes denize nazır bir masaya oturdu. Başbakanlık özel kalem müdürünü yanına çağırarak bir şeyler söyledi. O da salon amirini yanına çağırarak, başbakanın davette görev alan herkese teşekkür etmek istediğini aktardı.
Hepimiz içeri geçerek kılık kıyafetimizi tekrar gözden geçirdik, saçımıza başımıza yeniden şekil verdik. Ardından salonda düzgünce sıraya geçerek beklemeye başladık.
dnan Bey ayağa kalktı ve salon amirine ‘‘Herkes burada mı?” diye sordu. O da ‘‘Burada efendim” diye yanıt verince, elinde tuttuğu bardağı göstererek, ‘‘Bu bardağı yıkayacak olan görevli de burada mı?” diye sordu bu sefer. Yanıt olumsuzdu. Onun da çağrılmasını isteyerek tekrar masasına oturdu.
Düşünebiliyor musunuz, bir Başbakan teşekkür edebilmek için oturmuş kirli tabağını ve bardağını yıkayacak olan bulaşıkhane görevlisini bekliyor. İnanabiliyor musunuz buna?”
“Demokrasi odur ki, 100 amelenin oyu, 99 profesörün oyundan iyidir.” Adnan MENDERES Zonguldak seçim sürecinde söylüyor…
Rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Saygılarımla… V. Yılmaz