MİLLİ EĞİTİM BAKANI MUSTAFA NECATİ BEY VE AYINTAP’IN KUVVACILARI
Yıl 1929 1 Ocak.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin genç Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey.
Balıkesir’de Mustafa Necati Bey’in adını taşıyan Eğitim Enstitüsü olarak açılan öğretmen okulu.
Biz Balıkesirlilerin günlük yaşamımızda okulun adını ” Necati Eğitim ” diye söyleriz. Asıl adı Mustafa Necati.
Çok genç yaşta , talihsiz bir şekilde hayatını kaybeden eğitim çınarımız.
Mustafa Necati Bey’i, ölümünün 93. yılında saygı ve minnetle anıyorum.,
MUSTAFA NECATİ BEY .
Bu konuda yeni çıkan bir kitap var.
Yazarı Yaşar ALADAĞ. Emekli Albay. Ben henüz Mustafa Necati Bey kitabını alıp okuyamadım.
Yaşar Aladağ komutanımızı önce sosyal medyadan tanıdım. Daha sonra eşi ile birlikte kısa bir karşılaşmada , yazdığı “Ayıntap’ın Kuvvacıları”adlı ilk kitabını imzalı olarak armağan etme nezaketinde bulundu.
Ayıntap savunması kitabını okuyunca bilmediğim çok özel bilgileri dağarcığıma kattım.
Ve; Ayıntap Kuvvacılarının ödediği ağır bedellerin sahibi olan yiğitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Vatanımızı işgalden kurtarmış kahramanlarımızın şanlı direnişlerini ” Ayıntap’ın Kuvvacıları” kitabından okuyanları çok olsun. Keşke tüm okullarda özel olarak okutulacak kitapların listesinde yer alsa.
Emeğinize sağlık sayın Yaşar Aladağ bey.
Yazar Yaşar Aladağ.
***
Atatürk devrimlerinin çoban yıldızı MUSTAFA NECATİ BEY’İN ölüm günü tanıkları ve o günün gazete sayfalarından alıp sunuyorum.
Yazar Yaşar Aladağ.
***
Bakanlıktan erkence çıktı. Biraz hava almak için ağır ağır Ankara Palas’a doğru yürüdü. Karnının ağrısı epey artmıştı. Holün arkasına doğru geçti. Biraz oturup, nefeslenmek ihtiyacı hissetmişti. Burada gazetecilere yakalandı. Bir masaya oturup onlarla sohbete dalınca, ağrılarını da unutmuştu. Gazeteci Nizamettin Nazif Bey “Bütün devrimlerimiz üstyapı devrimleri, altyapı devrimlerini yapamadık. Sorunlarımızın nedeni bu.” deyince, bu üstten konuşmaya dayanamadı:
-Toplumsal olayları çözümlemek kolay değil dostum. Hele önyargıyla, ideolojik kalıplara vurarak gerçeği yakalamak daha da zor. Toplum ilkel, geri, cahil ise altyapı-üstyapı tartışmalarının ne anlamı olur? Biz öncelikle çağdaş, yurtsever, bilinçli, okur-yazar, dünyadan haberli, düşünmeyi bilen özerk yeni insanı, Cumhuriyet bireyini, bu yeni insanlardan kurulu yeni toplumu, Cumhuriyet toplumunu oluşturmak için çabalıyoruz. Yoksa orta çağda çakılı kalacağız. Şimdi sıra milleti orta çağın pençesinden kurtarmaya geldi. Uyanmış halkla birlikte kalkınmak için birçok yol yöntem bulunur. Başarılar kolaylaşır. Gelecek güvence altına alınır. Uyanmamış halkla ne yapılabilir?
Salgın hastalıklarla mücadele eden doktorları, cehaleti yenmek için çırpınan öğretmenleri, sığır vebasını bitiren veterinerleri, bataklıkları kurutan fencileri, dağları delen demiryolcuları, fidanlıklar kuran tarımcıları, toprak dağıtımı için çırpınan kadastrocuları görmüyor olamazsınız. Siz ki, Millî Mücadele döneminde Ankara’da yaşamış bir yurtseversiniz. Vatanın emperyalizmin kanlı dişleri arasından nasıl çekilip kurtarıldığını yaşadınız. Bu şekilde konuşmanız beni üzdü…”
Belki de çok iyi niyetle söylediği söze alınganlık göstermiş, biraz sertçe bir yanıt verdim diye düşündü.. Gönüllerini almak için hepsine çay, kahve söyleyip sohbetin istikametini Millet Mekteplerine çevirdi. Şunun şurasında açılmasına bir hafta kalmıştı işte!
Değil mi ki Atatürk Mart 1922’de Büyük Millet Meclisinde verdiği bir söylevde, “devletin eğitim politikasının köylülere okuma-yazma öğretmek, onlara tarih, coğrafya, dil konularında temel bilgiler vermek olduğunu” vurgulamıştı; o halde o yapılacaktı. İşte Millet Mektepleri bunu başaracaktı…(1)
Millet Mektepleri ile ilgili bilgiler, afişlerle, gazete ve radyo haberleriyle, tellallarla, öğretmenler ve muhtarlar yardımıyla bütün halka duyurulmaktaydı. 16-45 yaş arasındaki okuma yazma bilmeyen kadın, erkek herkesin, evinin bulunduğu yerde açılacak olan Millet Mektebine yazılmasını zorunlu tutulmuştu. Okullarda dersler sona erip de sınıfları boşalınca, çocukların boşalttığı sınıfları okuma yazma bilmeyen büyükler dolduracaklardı. Erkekler mekteplere haftada dört akşam, kadınlar iki akşam katılacaklardı. Bu eğitimin, öğrencilerin seviyesine göre iki ile dört ay arasında sürmesini planlanmıştı. Okuyup yazmayı öğrenene belge verilecek ve onlar genel bilgi verilecek olan ikinci döneme geçirilecekti. Millet Mektepleri için yalnız okullar değil, toplanmaya elverişli her yer, camiler, kulüpler, hükümet binalarının salonları, okulsuz köylerin kahvelerini de kullanılacaktı. Hapishanelerde de okuma yazma eğitimine başlanacaktı. Bu yapılan, o güne kadar hiçbir ülkede yaşanmamış büyük bir eğitim seferberliğiydi. Yirmi bin kadar öğretmen ve öğretici katılacaktı bu seferberliğe.(2)
Newyork Times gazetesi bu seferberlik için şöyle yazacaktı, daha sonra:
“Eğitim alanında yiğitçe bir atılımdır bu. Amerika’da okuma yazma sorunu yüz elli yıldır kökten çözümlenememiştir. Mustafa Kemal’in Türkiye’yi okutmak için gösterdiği ilgi bizde de olsaydı okullara devamı sağlayacak bir yol bulabilir, gerekiyorsa davul da çalabilirdik.”(3)
Bu heyecan ve strese yorgunluk da eklenince, bir anda kendisini Numune Hastanesinin bir odasında buldu. Oda epey kalabalıktı. İstanbul’dan doktorlar gelmiş, başında konuşuyorlardı. Gözleri kapalıydı ama konuşulanları duyuyordu. Apandisitinin patladığı, hemen operasyona alınmasını konuşuyorlardı.
“Tüh sana be apandisit misin nesin! Şimdi su koy vermenin zamanı mıydı? Türk milletinin yüzyıllık karanlığına ışık olacak bir atılımın arefesinde bu Mustafa Necati’yeyapılır mıydı?ö
Bir ara İsmet Paşa’nın sesini duyar gibi oldu. Gözlerini açtığımda Atatürk karşısındaydı. Gözlerinde bir hüzün vardı. Yatakta toparlanmaya çalıştı:
-Niçin zahmet ettiniz? Önemli bir şeyim yok…
Gazi Paşa bir iskemle çekip yatağının yanına oturdu. Necati beyin elini ellerinin arasına aldı:
-Tabii önemli bir şeyin yok çocuk. Özlediğim için geldim ben. Bu ara öyle çalışıyorsun ki seni görmek mümkün değildi. Ancak burada yakalayabildim. Çabuk iyileş. 1 Ocak’ta Millet Mekteplerini birlikte açacağız inşallah.
-İnşallah efendim. Muallimlerimize o gün bir nutuk söyler misiniz Paşam?
-Memnuniyetle Necati!.. Ama önce sen konuşacaksın!.. Çünkü kısa zamanda büyük işler başardın Necati…
-Bu başarıların asıl sahipleri çalışma arkadaşlarımdır Paşam.
Meğer bu son görüşüymüş Gazi Paşa sını! Nereden bilirdi ki, bir melun apandisitin, kendisini devrim savaşımından koparıp alacağını… Gazi Paşa’sını bir fikir fedaisi den mahrum bırakıp göçeceğini!
Ameliyattan yarım saat evvel ziyaretine Kastamonu’da tanıyıp, sonra çok yakın dost olduğu İsmail Hakkı (Uzunçarşılı) bey ile müsteşarı Kemal Zaim Bey gelmişti. Sancısı çok fazlaydı ama onlara bunu belli etmemeye çalışıyordu. İsmail Hakkı’ya gülümseyerek, elini uzattı:
-Bak İsmail Hakkı, ben ne oldum? Böyle yatağa düşecek adam mıydım?
-Yok be dostum. Gelip, geçecek işte bu da. Sen neler görüp, geçirmedin ki?
Karyolasının başında Kemal Zaim, başını öne eğmiş, sessizce duruyordu. O’na:
-Ne düşünüyorsun Kemal kardeşim, mukadder neyse olur…
Demek ki mukadder olan ömrünün son günlerini vakfettiğimi Millet Mekteplerinin açılışını görememekmiş!..
Yine eğitimde attığı her adımda yanında olan müsteşarı, Mehmet Emin (Erişirgil)’in sözleri ile son verelim bu kısa ama verimli yaşam öyküsüne…
“Her zamanki gibi Cumartesi de odama gelmişti. Bir parça rahatsızlığından bahsetti.
“Hastalık size hiç yakışmıyor” dedim
Akşam dört buçuk olmuştu, onun gür, neşeli sesini işitmemiş olmaktan doğan bir sıkıntı ile yanına gittim, “nasılsınız?ö dedim, “sancının devam ettiğini “söyledi. İstirahat için eve gidiyordu.
Arkasından baktım, bu hayat dolu vücut karşısında mukavemet edecek bir hastalığı bile düşünmek mümkün değildi.
Bir gün sonra ameliyat masasından kalkmış olduğunu bile tahmin kabil değildi, ateş fışkıran gözlerini bana dikti, ertesi gün aynı saatte o her şeyi yenen kahraman vücuttan sararmış, kül rengini almış bir sima kalmıştı.
Onun ölüm döşeğinde yattığını, kara toprağa bırakıldığını gözümle gördüğüm halde hala inanamıyorum, gür sesi kulağımda mütemadiyen çınlıyor. Yaptığı işlere bakarak çocuk gibi sevinç içinde arkadaşlarına kuvvet ve neş’e dağıtan yüzünü görüyor gibi oluyorum. Eğer mütemadiyen onun öldüğünü söylemeseler, onun için ağlandığını görmesem, kendimi bir kâbus içinde zannedeceğim, öldüğüne inanamayacağım.
Her şeyi çabuk yapan, her şeyin çabuk olmasını, isteyen bu adam; herkesi elim (acıklı) bir hayret içinde bırakarak çok çabuk bizi bırakıverdi.
Bütün hayatı adeta yetişilemeyecek derecede koşmakla geçti. Altmış yetmiş senelik insan ömrünün hasılasını otuz dört sene içine sığdırdı. Bazı akşamlar bize hayatını anlatırken, bu kadar berrak ve kahramanca hayata hepimiz gıpta ederdik. Çok zaman Büyük Millet Meclisine işaret ederek
“Ben bu kubbe altında doğdum” derdi.
Hakikatte o kubbe altına “Redd-i İlhak” Beyannamesini imzaladıktan, günlerce Balıkesir’de yerli ve hariçten gelen düşmanlarla kahramanca çarpışarak çelik bir ruh halini aldıktan sonra girmişti. Yunan işgali üzerine İzmir’den çıkarken ihtimama muhtaç bir halde hasta idi, cebinde iki akşam yemeğine kifayet edecek [yetecek] parası bile yoktu. Ağrı ve sızıyı, açlığı, vatan istiklali için çarpışan halk kütlesi içine katılarak unuttu.
İlk Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman düşman istilasına isyan eden bu genç Ankara’ya gelmiş, Meclise girmişti. Fakat burada durmadı, ordu Yunan sürüleriyle uğraşırken o da Karadeniz sahilinde “Rum Çetelerini” imha için günlerce durmaksızın yorulmaksızın uğraştı. Pontus hayalini İzmir’in işgalinden evvel ebediyen gömmüştü.
Zaferden sonra teşkilat yapmağa muhtaç olan mevkilerde çok nadir insanlara nasip olan zekâsı ile bazan insanı hayrete düşüren işleri başardı. Dört yüz bin muhaciri iskân vazifesini korkmaksızın, çekinmeksizin kabul etti. Bir gün Mudanya önüne üç bin muhacir gelmişti. Fırtına vapurun yanaşmasına mâni oluyor, çıkacak muhacirleri yerlerine nakletmek imkânsız görünüyordu. Etrafında bulunanların hiçbir tedbir bulamadıkları sırada, yapılacak işi o tayin etti. İki gün telgraf başında muhacirlerin yerleştirilmesi için lazım gelen emirleri vermekle meşgul oldu. Bu Türk muhacirlerinin yerlerine gittiğini haber almaksızın uyku hatırına gelmemişti.
Adliyenin başına geldiği zaman seri [hızlı] bir adalet teşkilatı yapmak vazifesini üzerine aldı. Bugünkü Adliye teşkilatı Necati Bey’in eserlerini taşır.
Son vazifesinin ne olacağını bilmiş gibi hayatının ilk ve son demlerini Muallimler içinde geçirdi. Maarif Vekaletine geldiği zaman, Muallimler tarafından sevilen bir arkadaştı. Fakat üç sene içinde Cumhuriyet Maarifinin en yüksek simalarından biri oldu. Maarifte neler yaptı? Bunu bir makaleye sığdırmaya ihtimal yok, hem ne lüzum var ki… İşler göz önündedir.
Bana hep ‘Necati Bey nasıl muvaffak oldu?’ diye sorarlardı.
Onunla yakından temas etmeyenler bunu adeta bir sır addederlerdi.
İzmirli Necati Bey temiz ruhlu bir halk çocuğu idi. Bu ruhu sevmemek kabil değildi. Siyasi Necati Bey İstiklal Harbinin bütün safhalarında muvaffak olmanın vasıtasını çok ince zekâsı ile pek iyi temyiz [ayırt] eden dimağa malik idi. Pek vazıh [açık] olarak hayatını ve siyasetin felsefesini anlatırdı.
Bunu kitaptan değil cereyan eden hadiselerden öğrenmişti. Kendini vakalar yarattığı için vakalara hâkim olurdu.
Temiz halk çocuğunu herkes sevdi, onun için herkes ağladı. Siyasi hayatta muvaffak olan Necati Bey kendisine çok yerlerde abide yaptı. Bugün ve yarın o abideleri görenler onu sevecek, onun kudret ve hayatından birçok şeyler öğreneceklerdir.
Yalnız bizlere yazık oldu, işitmekle kuvvet aldığımız onun gür sesini bir daha duyamayacağız. Çok yazık, çok yazık…ö(4)
***
Ölümünün üzerinden 93 yıl geçen Mustafa Necati Bey’i rahmetle anıyorum. Minnettarım.
***
Yaşar Aladağ kimdir.
Ayıntap’ın Kuvvacıları kitabında kendisini tanıtan yazıda şunlar yer almış.
” 1963 yılında İzmir’de doğdu. Kuleli Askeri Lisesini ve Kara Harp Okulu’nu bitirdi. Yeditepe Üniversitesinde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dalında yüksek lisans eğitimi aldı.1985 ten itibaren başladığı görevini Kıbrıs, Diyarbakır, Şırnak, Hakkari , İstanbul, Konya ve Isparta’da farklı seviyelerde birlik komutanlıkları yaparak sürdürdü, 2012 yılında emekli oldu.
Konya’daki görevi sırasında yazdığı, basılmamış Atatürk ve Konya konulu araştırmasıyla, araştırma ve yazma hastalığına tutulmuş olup bu kitap
( Ayıntap’ın Kuvvacıları ) ilk basılı eseridir.
Figen Aladağ ile evli ve iki çocuk sahibi olan Yaşar Aladağ, halen Bartın ili Kurucaşile ilçesinde yaşamaktadır “.